Saydıralım

31 Ekim 2008 Cuma

Sorun musun Soyadım?

Soyadımla ilgili sürekli olarak sorun yaşıyorum. Devlet daireleri, okul, arkadaş ortamı, klüp gibi birçok ortamda listelerde soyadım sürekli yanlış yazılıyor. İşte bilimum ERTANIROĞLU türevleri:

Ertanrıoğlu: Orta sona kadar karnemde yazan soyadım. Sınıf listesinde soyadım normaldi, ama karnemde hep bu şekliyle gördüm.

Ertameroğlu: Geçen gün Haydarpaşa'da Fatih Ekspersi için aldığım bilette yazan soyadım.

Ertanuroğlu: Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından eski bir Mersin İdman Yurdu futbolcusu olan babama verdiği onur plaketinde yazan soyadımız.

Ertanoğlu: Ortaokulda basketbol kursundaki listede yazan soyadım.

Ertanıloğlu: Tarsus İdman Yurdu dönemlerimde hocamın kadroları açıklayacağı zaman tahtaya yazdığı soyadım.

Ertanır: Lisedeki biyoloji hocamın bana hitap şekli.


Bir de küçük anı anlatayım. Bir arkadaşla okulda su içmeye gidiyoruz lisedeyken. Çocuğa bu sorundan yakındım. 'Abi sürekli böyle sorunlar yaşıyorum soyadımla.' dedim. 11 harfli olduğu için zor olabileceğini belirttim. Çocuk da cevap olarak kendisinin soyadının iki harfli olduğunu, ancak onun da sorununun soyadının ilk söyleyişte hiçbir zaman anlaşılmadığını söylemişti. Hemen sordum tabi:

-Ne ki abi soyadın?
+Uç
-Efendim?

Sonrası da kopuştu haliyle...

30 Ekim 2008 Perşembe

Hola!

Ankara'ya döndüm! Ve uzun zaman sonra maddeliyorum:

-İstanbul... İstanbul... İstanbul... Daha önce saçma sebeplerden binmediğim vapura bindim, gezmediğim Beyoğlu'nu gezdim, Eminönü'nde balık ekmek yedim, üstüne turşu suyu içtim. Tüm bunlardan önce dünya gözüyle Harry Kewell, Milan Baros gibi adamları mabedin tam içinde, takımım için mücadele ederken seyrettim. Daha ne olsun?

-Geçirdiğim müthiş bir geceden sonra hayatımda ilk defa alkolden sonra kustum. Bilimum içki ve mezeyi bir arada götürebilmiş bu mide, sonunda dayanamadı ve Kadıköy istikametinde seyreden otobüsün en arkasını kusmuk gölüne çevirdi.

-Tuğçe diye bir arkadaşım var. Her derste beraber oturuyoruz. Muhabbet de on numara. 'Murat bana futbol öğret!' dedi, 'Hiç anlamıyorum futboldan!' dedi. Hangi takımlı olduğunu sordum. 'Galatasaray'lıyım. Ama ilk on biri bile sayamam. On birdi değil mi?' diye sordu. Yardı sağolsun beni.

-Neden benim bindiğim otobüsler takla atmaktan son anda kurtuluyor? Trenlerin tekerlekleri fırlıyor? Bu benim şanssızlığım mı acaba? Belki de o ortamda ben olduğum için insanlar ölmekten kurtuluyordur ne dersin?

-Bir insanla konuşamamak kötü şey. Hem muhatap olmak istemiyorsun, hem de söyleyeceklerin var. Konuşmanın gereği varmış gibi geliyor, yokmuş gibi geliyor. Nefret kusmayı beceremediğin için anlamsız bir bekleyişe giriyorsun.

-Epeydir ders çalışmıyordum. Ne tesadüf? Özlememişim...

-Woundheir ile daha az görüşüyoruz. Tabi bunun sebebi artık onunla işimin bitmesi değil, ders saatlerimizin çakışmaması. Özlüyorum.

Vedat Özdemiroğlu'na özendim ve Ankara ile İstanbul arasındaki 7 farkı yazasım geldi:

1) Ankara yaşamalıktır, İstanbul gezmeliktir.
2) Ankara akşam onda boşalan Kızılay'dır, İstanbul gece 4'te kalabalıktan yürüyemediğin İstiklal'dir.
3) Ankara uzun ilişki için idealdir, İstanbul one night stand veya kısa süreli ilişki için...
4) Ankara yürümektir, İstanbul taşıttır.
5) Ankara resmidir, İstanbul tarihidir.
6) Ankara metrodur, İstanbul vapur.
7) Ankara şimdidir, İstanbul gelecektir.

-'Weird' çok güzel bir ingilizce kelimedir.

-Testere neden dizi olarak çekilmemiş ki?

-Hayatımda ilk kez amiral battı oynadım. Çok başarılı oldum. Kapışabiliriz.

-Vizeler başlıyor, görüşürüz...

26 Ekim 2008 Pazar

Deivid de Souza

Fenerbahçe için gereksiz gördüğüm futbolculardan biriydi. Geçen sene şampiyonlar liginde Fenerbahçe'yi defalarca kurtarması fikirlerimi olumlu yönde geliştirirken sezon başında ayağının kırılmasına ciddi anlamda üzüldüm.

Ve dün... Bursaspor maçında onu ilk defa tribünde değil de yedek klübesinde gördüm. Bu, oynayabilir halde olduğuna işaretti. Fener farkı açtıktan sonra Deivid ısınmaya başladı ve son on beş dakika oyuna girdi.

Tam anlamıyla bir Fenerbahçe düşmanı olan ben, Deivid oyuna girince çok heyecanlandım. Bildiğin özlemişim. Golünü attıktan sonraki göz yaşlarını gördükten sonra benim derdimin Fener, Galatasaray değil de futbol olduğunu anladım. Bu gözyaşları aslında çok şey ifade ediyordu. Kendisiyle beraber takımının da kötü gittiği dönemde, çok özlediği taraftarının önünde güzel bir geri dönüş yapmak...

Seviyorum ulan! Deivid gibi adamları da, futbolu da!

20 Ekim 2008 Pazartesi

Ytrum İstanbul'a...


Aslında resim anlatması gereken her şeyi anlatıyor ama benim için sadece bir maçtan ibaret değil bu.

Tabi ki Galatasaray'da gördüğüm en iyi kadrolardan birini bu sezon yapacağı en önemli maçlardan birinde izleyecek olmam ve son derbiden bu yana ayak basmadığım Sami Yen'e kavuşmak süper ancak, benim asıl derdim İstanbul'la.

Geçen yıl birisi maç olmak üzere iki defa gittim. Ancak kaldığım süre 24 saati geçmez. Daha önce de İstanbul'a hiç gitmediğimi düşünürsek bu seferki gezim nasıl olacak sence?

Legen..... wait for it...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Bir Kurban Geldi Geçti

Bu gece benim için on numaraydı. Mükemmel keyif aldık Anial ile... Lambaya püf dedik, İnsanlar'ı tanımladık, 40 kişilik pogoya katıldık, her konserde yaptığımız en öne gitme challange'ını başarıyla tamamladık.

Sahnedekilerden bahsetmeye gerek yok onlar KURBAN! çünkü. Muhteşemlerdi ve şu sıralar okulla ev arasında sıkışmış bana ilaç gibi geldi. Fazlaca resim çektim, birkaçını koyayım bari:




14 Ekim 2008 Salı

Öyle Bir Geçer Zaman Ki...

O nedir seni kızdıran
Memnun edeceği yerde
Bak bir garip diyor ki
Nerede o yarim nerde

Anılara kapılıp kanma
Dünyanın da düzeni böyle
Öyle bir geçer zaman ki
Dediğim aynıyla vaki
Öyle bir geçer zaman ki
Öyle bir geçer zaman ki...

10 Ekim 2008 Cuma

Bir Telefon

Bugün telefonum çaldı. Bilmediğim bir numara ve karşıda tanımadık bir ses. Önce kendini tanıttı, sonra teşekkürler, övgüler, gülüşler falan...

İşin aslı karşıdaki insanın sevgililer günü hikayemdeki kara gözlü oluşu. Birinin, muhtemelen yazın konuştuğum yakın arkadaşının, ona bu hikayeden bahsedişi, onun duygulanışı, bana en azından bir teşekkür etmek isteyişi, üzerinden yıllar geçmesine rağmen bir insanda böyle bir iz bırakmış olmanın üzücülüğünden bahsedişi falan...

Teşekkür ettim, hal hatır vs. sonrasında 'Daha sonra görüşürüz' ile kapattım telefonu.

Diyemedim ki, aslında siz hayatımın odağındaki gerçeklerdiniz, ama hepiniz de yalansınız diye...

Latince Detay #1

Evet sevgili öğrenciler (dedi hoca), bugünkü dersimizde latincenin temelinde yatan çekim muhabbetine giriyoruz. Fiillerin, isimlerin kaç türden, nasıl incelendiğine bakıyoruz.

Öncelikle Latince kelimeler üç türde inceleniyorlar:

1)Genus (Cins) : Masculinum (erkek), Femininum (dişi), Neutrum (cinsiyetsiz)
2)Numerus (Sayı): Singularis (tekil), Pluralis (çoğul)
3)Casus (Hal)

Burada önemli olan, tıpkı Almanca'daki gibi Casus eklerinin ne olduğunu bilmemiz...Onlar da bildiğimiz üzere 5'e ayrılıyorlar:

1) Nominativus (Yalın hal)
2) Genitivus (İyelik)
3) Dativus (-e hali)
4) Accusativus (-i hali)
5) Ablativus (araç eki. -yla -yle)
6) Vokativus (seslenme, emir)

Elimizde bulunan herhangi bir fiili yukarıdaki hallere ve kişilere göre çekimlediğimiz zaman, Latincenin büyük bir bölümünü kapmış gibi oluyoruz. Saçmalığa bak :) Bu arada Ben, Sen, O falan gibi kelimeler kullanılmıyor cümlelerde. Eylemi kimin yaptığını çekimlerden anlıyoruz.

Laudare (övmek) fiilini 6 şahısa göre çekimleyelim mesela. Bu arada are'nin mastar eki olduğunu ve çekimleme esnasında kaldırıldığını belirtelim. Ancak bir diğer mastar olan ere'de bu söz konusu değil. Sadece re'sini kaldırıyoruz. İki şekilde örnekleyelim:

1. tekil: -o : laudo
2. tekil: -s : laudas
3. tekil: -t : laudat
1. çoğul: -mus : laudamus
2. çoğul: -tis : laudatis
3. çoğul: -nt : laudant

Yukarıda çekimlenen fiilde mastar kalkınca son harf sessiz olduğundan araya gelen 'a' kaynaştırması kafanızı karıştırmamalı diye not düşmekte fayda var. Şimdi '-ere' mastarı ile sonlanan 'sedere' yi (oturmak) çekimleyelim.

1. tekil: -o : sedoe
2. tekil: -s : sedes
3. tekil: -t : sedet
1. çoğul: -mus : sedemus
2. çoğul: -tis : sedetis
3. çoğul: -nt : sedent


Fiil çekimlemelerinden önce bahsetmiştik ki, ismin hal ekleri vardır. Ve bu hal eklerini çekimleyerek devam edelim ki uzun uzun cümleleri çevirebilmek için altyapımız tamamlanmış olsun (sokayım böyle altyapıya).

Vatansever demek olan patria ismini çekimliyoruz.

Nom. singulare : patria pluralis : patriae
Gen. singulare : patriae pluralis : patriarum
Dat. singulare : patriae pluralis : patris
Acc. singulare : patriam pluralis : patras
Abl. singulare : patria pluralis : patris
Vac. singulare : patria pluralis : patrae


Çoğul bölümde son harflerin kafalarına göre düştüğünü görüp sinirlensek de birkaç örnekle devam edelim:

Rosa (Gül)

rosa rosae
rosae rosarum
rosae rosis
rosam rosas
rosa rosis
rosa rosa

Silva (Orman)

silva silvae
silvae silvarum
silvae silvis
silvam silvas
silva silvis
silva silva



Bu arada çekimlediğimiz tüm isimler Femininum türündedir tabi ki. Diğerlerini henüz göstermediler.


Bir sonraki görüşmemize kadar Latince'nin allah belasını versin.

Latince'ye Giriş...


Dün itibariyle Latince dersim başladı. İngilizce bilenler için biraz daha kolay olduğu söyleniyor öğrenmenin çünkü İngilizce kelimelerin yüzde yetmişi latince kökenli. Şu an yaşamayan bir dil olduğundan, öğrenmesi sadece ezbere dayalı olan, kuralları sıklıkla değişebilen bir dil. Öyle ki hocanın bize 'Yapabileceğim bir şey yok, ben size çekimleri öğreteceğim, siz cümleleri çevireceksiniz.' diyip ilk dersten cümleleri çevirmeye başlaması yamultucu oldu pek fazla...

Arada blogda 'Latince Detay' şeklinde başlıklar görürsen okumama hakkın var. Çünkü onlar benim kelime, yapı ezberleme çabaları içinde sağa sola yazı yazmamın birer ürünü olacak. Ha eğer öğrenmek istersen direk takip et, çünkü hocanın bize öğretiş tarzından farklı olmayacağına eminim.

8 Ekim 2008 Çarşamba

Şaaaaaak!!!

Dün gece Ankara'nın İncesu Mahallesinde, Dedeefendi Taksi Durağının karşı kaldırımından yükselen sesti bu... Haftalar önce kazandığım SlapBet sonucu sevgili dostum Anial'a geçirdiğim tokadın sesiydi... Biraz anlatayım, sen de benden bir şeyler bulabil bu meselede...

Öncelikle, günün bazı detaylarını okumamak için üç kısa çizgi ile ayrılmış bölümü okumayabilir, direk olay anına geçebilirsin. Ama benim gibi ayrıntıcıysan olay anına kadar neler yaptığımızı da görmende bir sakınca yok...


---

Duygulardaydık. Güzel rakı sofrası, gırla muhabbet, hepimizin gözünde bir efsane olan Duygu'yu tavlada 6-0 ve 5-4'lük skorlarla madara edişimden sonra eve geçmek istedik. Ne var ki artık bizde alışkanlık yaratmış olan, Çankaya Belediyesi'nin hemen karşısındaki Kolej metro çıkışının orada bulunan seyyar sucuk-ekmekçiye gitmek üzere yola çıktık. saat 03.15 sularıydı... Sucuk-ekmekçinin yerinde olmadığını görünce eve dönmeye karar verdik. Diğerleri karşıya geçerken biz de Anial ile orada açık olan tek büfeye gidip Fanta gibi ıvır zıvırlar aldık ve diğerlerinin yanına geçtik.

---

Ah okuyucu, o açık renk saçlarının altındaki beyaza çalan bebek, Kurt Cobain yüzü o kadar güzeldi ki titrek sokak lambasında. O uludağ gazozu o kadar sakin içiyor ve o kadar sakin yürüyordu ki, artık bu tokatı atmanın zamanının geldiğini düşündüm. Birkaç adım önde yürüyen Alea, Salih ve Berşan'a durumu açıkladım. 'Beyler zaman bu zamandır.' dedim.

Usulca yanına yaklaştım. 'Anılım bana da gazoz ver.' dedim. Kıramadı. O esnada kafasından mavi kapşonunu kafasından indirdim. Suratının bir bölümünü kaplıyordu zira. Gölgedeydik. Önümüzdeki meraklı grup arkayı süzüyor, vuracağım tokatı bekliyorlardı. Bense ışığa geçmeyi. Tam o an oldu, sokak lambasına doğru ilk adımımızı attık ve o Ayhan Akman, Anakin Skywalker yüzü aydınlandı. Ben zihnimi aşağıdaki elime güç aktarma amaçlı olarak tüm gücümle çalıştırırken artık vurmam gerektiğini düşündüm. Ancak o el kalkmadı... Dostuma acıdım resmen...

Ardından evimize doğru ilerlemeye devam ederken 'E madem acıdın bu kadar, çocuk haftalardır bu kötü anın kabuslarıyla yaşarken, artık atmalısın o tokatı, Murat!' dedim kendi kendime ve grubun en önüne geçmiş ilerliyordu. Usulca yaklaştım... Aramızda bir adım vardı.

'Akıllı olacaksın...'

'Şaaaaaak!!!'


Bir klasik Alea kahkahası geldi. Elimi müthiş bir ağrı kapladı. Öyle ki olayların yarım saat sonrasında bu olayı yazarken ben, hala sağ elimin orta parmağının çektiği acıyı hissediyorum. Berşan ve Salih de mutlu görünüyorlardı...

Anial mı? Bir tarafının rengi değişmiş suratı, karmaşık düşüncelere dalan kafası ve o saman rengi saçlarıyla doğruca ileriye bakıyordu. Ama içi de huzur doluydu, çünkü 20 arkadaş toplanmışken yiyeceği bir tokattan kurtulmuş ve gece saat 03.20 sularında bizden ve köpeklerden başka kimsenin olmadığı bir ortamda yemişti tokatı.

Artık önümüze bakıyoruz...

7 Ekim 2008 Salı

UEFA Group Stage





A Grubu

Schalke
Psg
Manchester city
Racing santander
Twente

B Grubu

Benfica
Olympiakos
Galatasaray
Hertha berlin
Metalist kharkiv

C Grubu (nam-ı diğer S grubu)

Sevilla
Stuttgart
Sampdoria
Partizan
Standard liege

D Grubu

Tottenham
Spartak moskova
Udinese
Dinamo zagreb
Nec nijmegen

E Grubu

Milan
Heerenveen
Braga
Portsmouth
Wolfsburg

F Grubu

Hamburg
Ajax
Slavia prag
Aston villa
Zilina

G Grubu

Valencia
Club brugge
Rosenborg
Kopenhag
St. etienne

H grubu

Cska Moskova
Deportivo
Feyenoord
Nancy
Lech poznan

Galatasaray için tatlu kura, şeker kura, zor kura falan demeye gerek yok. İşte hendek, işte deve... Havalarda uçarken evimizdeki maçlardan 1 puanı zor çıkartmıştık. Bu sefer temkinli olsak iyi olur, zira futbol hakikaten sahada oynanıyor...

4 Ekim 2008 Cumartesi

1000 Ziyaretçi...


İyi ki varsınız ...