Saydıralım

8 Aralık 2011 Perşembe

8 Aralık



Bu güzel günün ilk saatlerinde Türkiye'de Tarsus adlı bir şehirde gökyüzünden damlalar düşmeye başladı. Yıl 2011, dünyada her zamanki gibi birçok kişi için önemli, birçok kişi için önemsiz, birçok kişinin haberdar dahi olmadığı birtakım olaylar yaşandı. Sevinen sevindi, üzülen üzüldü, kahrolan kahroldu, hayatın anlamını arayanlar yine önlerindeki duvarlara baktılar. Yine geçebilecekleri ve geçemeyecekleri kapıları değerlendirdiler.


Kapılar üzerine kafa yoran kimilerine ise gökten düşen bu damlalar melodilere dönüştü. Melodiler ritmleri takip etti. Dışarıda olup bitenler, zihinde olup bitenlerden farksız olarak silindi tamamen. Sadece yağmur damlaları vardı. Gökyüzünden düşen. Her bir damla bir şifreydi belki zihindekileri çözümlemeye. Ama gerçekten ritmdi, gerçekten melodiydi bu damlalar.


Tekrar kirlenecek olan dünyayı temizledi, kısa bir süreliğine. Pisliklerden arındırdı. Bu damlalar mesajdı çünkü, Türkiye'de, Tarsus'ta oturan bir adam için. Duvarlara bakan. Kapıları değerlendiren. Bu damlalar içinde bulunduğumuz bu evrene güzel melodiler, güzel notalar, güzel düşünceler, kafiyeler, tamlamalar, tavırlar, duruşlar bırakmış iki insanın gökyüzünden bize umutla, bulutlar her bir araya geldiğinde bir şekilde yolladığı damlalardı.


Yaşadıkları zamanlar bir şeyler yapabilmiş, tıpkı bu damlalar gibi dünyayı kısa bir süreliğine temizlemeye katkıda bulunmuş, ama bu döngünün sonucunda gökyüzüne açılan kapılardan geçmek dışında yapacak bir şeyleri olmamış iki güzel adamın her yağmurda bize bir şeyler anlatmaya çalışması ne kadar güzel değil mi? Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda asfaltların inatla çamura batması, tozlanması, kana bulanması... Damlaların inatla düşmesi... Bu döngüde gerçekten mana eden bir şeyler yok mu? En azından Türkiye'de, Tarsus'ta yaşayan adam için var. Öylece duvara bakan, kapıları değerlendiren o adam için var. Biliyorum ki, gökyüzünden bu damlaları inatla gönderenler için de var...


Bugün 8 aralık... Yazdıklarını, söylediklerini, gösterdiklerini, dinlettiklerini, anlamlandırdıklarını bize yağmur damlalarıyla tekrar tekrar gönderen bu iki adamdan Jim Morrison'ın hayata gözlerini açtığı gün... Dünyayı daha farklı hale getirirken bulduğu şekilde bırakan Kertenkele Kral'ın doğduğu gün... Aynı zamanda diğer adamın, her şeyi öylece bırakıp, New York'daki bir kaldırımı kana bulayarak gökyüzündeki kapılara doğru yükselen John Lennon'ın öldüğü gün...


Üzerinize üzerinize düşen veya siz öylece oturup duvara bakarken, ağlarken yahut gülerken size ısrarla fon olan yağmur damlalarından nasiplenmeye bakın derim... Bir şeyler anlattıklarına adım gibi eminim...


(Riders on the storm - 6 kez)

30 Mart 2011 Çarşamba

17 Mart 2011 Perşembe

Merhaba


Blogspot'un kapatılmasıyla beraber bloguma geri döndüm... İnatsa inat...

2 Nisan 2010 Cuma

Kafadan Geçenler Nadir Uğrar Oldu




Diyaloglarım esnasında anında ağzımdan çıkan, Kurtuluş Parkı'nın yanından usulca okula doğru ıslık çalarak ilerlerken, daha önceden düşünüp anlamlandırmaya geciktirdiğim şeyler oluyor. Fırsatını bulduk, hemen maddeleyelim öyleyse.

-Bugün okula giderken sağa baktım, sola baktım, çok katlı otoparka baktım, Sıhhiye Pazarı'na baktım... Tanrı, dedim, hiçbir şeyi kusursuz yaratmamış. Her şeyde parmak izini bırakmış.

-Bir video izlettiler bugün bana. Videoyu beğendim ve ağzımdan çıkan övgü şu oldu: 'Ahım şahım'. Daha önce bir şeyi överken onu böyle öven oldu mu hiç aranızda? Ben ilk defa yapıyordum bunu, ve çok da şaşırdım. 'Ahım şahım' artık bir şeyin abartıldığı gibi olmadığını anlatmak için, yani olumsuz fikir belirtmek için kullanılmasın. Ben kullanmayı düşünmüyorum en azından.

-MSN'in en sevdiğim özelliği açık ara çizim yapabilme özelliği. Bir çizbakalım.com müdavimi olarak da böyle diyorum, muhabbet sıkıştığında iki üç garip şey çizerek kendimi eğlendirebildiğim için de diyorum.

-Bu çizimlerden yaparken Pac-man'i çizesim geldi pazartesi günü. Çizmişken aklıma niyeyse üç hilal şeklinde üç Pac-man yapmak geldi. Derme çatma da olsa yaptım, karşıdaki insan da çok sevdi. Paint'te biraz uğraşıp resim olarak bilgisayarımdaki özel bölüme attım. Baktıkça mutlu olduğum resimlerin arasına koydum.

-Bir maddede anlatacağım şeyi üçe bölmek de ilk kez başıma gelen bir olay. Bu Pac-man'in üç hilal ile bağdaştırılması fikrini ilk düşünen ben olamam herhalde diye merak ettim. Google olumsuz cevabı yapıştırdı, elbette ki düşünen olmuş. Böyle bir şey olduğu zaman hayattan soğuyorum!

-Derme çatma... Çok hoşuma giden bir ikileme. Bir yaratıdaki özensizliği, yetersizliği, ama emeği gösteren bir ikileme. Samimi bir şey gibi. Ama mesela edebiyatın güzel özelliklerinden faydalanaraktan biz bu ikilemeyi şu şekil kullanırsak, bambaşka anlamlara gelebiliyor. Düşündürmesi bile tatlı ya: 'Derme Çatma Fikirler'


-Kurban'ın albümünü edinmesem şaşardın di mi? Şaşma, edindim. Mükemmel şarkıları geçtim, üst düzey sözler var. Deniz Yılmaz insanını deli gibi kıskanıyorum. Bugün bir abimle yaptığım muhabbette düşüncelerime tercüman oldu adam: 'Ne çok parası olanı, ne çok güzel sevgilisi olanı, ne tam istediği hayatı yaşayanı kıskanırım. En çok kıskandığım adam iyi yazı yazan adamdır.'

-Aklımda da aynı şarkı dönüp duruyor Sahip albümündeki:

Bu ateş sönmez, belli,
Tepedeki güneş yakıyorken.
Uzaktan bir ses diyor ki:
Sakın gülme ben ağlıyorken...

27 Mart 2010 Cumartesi

Maklube


Fetullah Amca Utah'dan bizi gözyaşlarıyla andı. Çemberlendik sininin yanında, mide falan hissetmiyoruz. Eşsiz bir yemek bu.

2 Mart 2010 Salı

14 Ocak 2010 Perşembe

Im Juli



Güneşim ayım sana ışık olsun
Sıcak kumum yoluna açık olsun
Okşarım tenini rüzgarlarımla
Susuz kaldı sularım dudaklarına
Ah o gözlerin
Arasın beni izlesin peşime düşsün
Ah o dudakların
Gelsin bulsun tatsın ve öpsün beni

5 Ocak 2010 Salı

18 Aralık 2009 Cuma

ŞL ve Avrupa Ligi Tur Tahminleri


Bizimkilerden biri yazsın da yorum olarak yazayım dedim. Öyle de üşengeç bir adamım. Ama dayanamadım, sabredemedim. Kalın yazdığım takımlar çıkar diyorum:

ŞL:

Stuttgart - Barcelona
Olympiacos - Bordeaux
Inter - Chelsea
Bayern Munich - Fiorentina
CSKA - Sevilla
Lyon - Real Madrid
Porto- Arsenal
Milan - Manchester United

Avrupa Ligi:

Rubin Kazan - Hapoel Tel Aviv
Athletic - Anderlecht
Copenhague - Olympique Marsella
Panathinaikos - Roma
Atletico Madrid - Galatasaray
Ajax - Juventus
Brujas - Valencia
Fulham - Shakhtar Donetsk
Liverpool - Unirea
Hamburg - PSV
Villarreal - Wolfsburg
Standard liege - Salzburg
Twente - Werder Bremen
Lille - Fenerbahce
Everton - Sporting Lisbon
Hertha Berlín - Benfica

16 Aralık 2009 Çarşamba

14 Aralık 2009 Pazartesi

Şuna bakın ya!




Öldüm resmen görünce...

5 Aralık 2009 Cumartesi

District 9




Son post'umun aylar öncesine dayanmasından anladığınız üzere yoğunluk epey var. Kendimi bildim bileli dizginleyemediğim yazma ihtiyacı da sözlükçe sömürülüyor. Film izlemez olmuşum. Dostumun tavsiyesiyle karşısına oturduğum District-9, burada tavsiye edebileceğim hoş bir uzaylı-insan muhabbetini konu alan, görsel olarak da her bilim kurgudan birazcık edinmiş bir film. Filmde şu var bu var, şunu sevmedim bunu sevmedim demeyi düşünmüyorum. Filmi tavsiye etmeme sebep olan artılardan bahsedeyim, yeterli.

Johannesburg şehrinin üzerinde birkaç yıl duran dev uzay gemisinden çıkan ve 9. bölge diye adlandırılan bir yere konulan uzaylıların insanlar tarafından dışlanışı ve onların tahliyesi süresince yaşanan olayların anlatıldığı filmde:

+Olayın psikolojik boyutu hoş. Uzaylılar zamanla insanlaşıyorlar ve davranışları bu paralelde şekilleniyor.

+Zaman zaman insanlara uyuz olacağınızı, insan-uzaylı çatışmasında belli bir tarafı tutacağınızı garanti ediyorum.

+Görsel efektler etkili, yerinde, vurdu-kırdı durumları abartılmamış. Zaten dediğim gibi olayın psikolojisi daha hoş.

+Bütün bu meselelerin içinde kendi çıkarlarına göre hareket edenleri gözlemleyip olaya birkaç açıdan baktığınızda daha çok etkilenmeniz mümkün. Hatta filmin oyunu yapılsa (ki yapılacağını okudum) herkesi ana karakter yapabileceğiniz, herkesi yönlendirebileceğiniz çılgın bir şey ortaya çıkma ihtimali yüksek.


Tavsiyem üzerine izlerseniz yorum beklerim, zaten izlemişseniz yine yorum beklerim, özledim ben yorum beklerim.

4 Ağustos 2009 Salı

Voodoo Girl'den Geowyns'e, Oradan da Bana...

Son postum da Beatles ile alakalıydı, ama şimdi yani bakın arkadaşlar, kendini bir grup üzerinden tanımla diyorsunuz. Yüksek Sadakat şarkılarıyla bağlanacak deeldik ya: Buyrun bakalım diyoruz :)

Male or female?
Boys

Describe yourself:
I am The Walrus

How do you feel:
I'm a Loser

Describe where you currently live:
Here, there, everywhere

If you could go anywhere, where would you go:
Nowhereland

Your favorite form of transportation:
Yellow Submarine

Your best friend is:
All the lonely people

What's the weather like:
Here comes the sun

Favorite time of day:
A Hard Day's Night

If your life was a TV show, what would it be called:
Magical Mystery Tour

What is life to you:
I'm Only Sleeping (Sineme katılmamak elde mi)

Your fear:
You say goodbye, i say hello.

What is the best advice you have to give:
Don't carry the world upon your shoulders

Thought for the Day:
No Reply (Eheh bişe bulamadım)

How I would like to die:
When I'm Sixty Four

My soul's present condition:
I need somebody to love

My motto:
Love is all you need...


İyi tatiller diyorum efendim :)

10 Haziran 2009 Çarşamba

Beatles'less İstanbul




İstanbul'a ani bir kararla çıkarma yapmak, meşhur pasajları gezip bir adet bile Beatles t-shirt'ü bulamamak, bulduğun tek tişörtün alabildiğince tırt olması ve almaktan vazgeçmek (daha kötü bir Abbey Road temsili olamazdı), fakat çok tatlı iki model duvar saati bulmak, ikisini de alıvermek (birisi sevdiğim bir Beatles kardeşime hediye), araştırmalara yarın devam edecek olmak...

Ek olarak: İstiklal'de yürürken V.Ö'nün dibimden geçmesi, benim telefonla konuşurken kendisini fark etmemem, yanımdakilerin adam arkadan atlayıp sarılma mesafesini geçtikten sonra bundan bahsetmeleri, pişman olmam ve bu post'u kendi tarzında yazmam...

Peki ya Eminönü'ndeki balık-ekmeğin aynı mükemmelliği koruyor olması?

28 Mayıs 2009 Perşembe

Seyfi Solukal

Böyle bir belediye başkanı adayı, böyle bir siyasi kişilik görülmedi... Tabi böyle yaratıcılık da...

http://www.greenpeace.org/turkey/campaigns/enerji/komur/solukal/follow-up