Saydıralım

18 Aralık 2009 Cuma

ŞL ve Avrupa Ligi Tur Tahminleri


Bizimkilerden biri yazsın da yorum olarak yazayım dedim. Öyle de üşengeç bir adamım. Ama dayanamadım, sabredemedim. Kalın yazdığım takımlar çıkar diyorum:

ŞL:

Stuttgart - Barcelona
Olympiacos - Bordeaux
Inter - Chelsea
Bayern Munich - Fiorentina
CSKA - Sevilla
Lyon - Real Madrid
Porto- Arsenal
Milan - Manchester United

Avrupa Ligi:

Rubin Kazan - Hapoel Tel Aviv
Athletic - Anderlecht
Copenhague - Olympique Marsella
Panathinaikos - Roma
Atletico Madrid - Galatasaray
Ajax - Juventus
Brujas - Valencia
Fulham - Shakhtar Donetsk
Liverpool - Unirea
Hamburg - PSV
Villarreal - Wolfsburg
Standard liege - Salzburg
Twente - Werder Bremen
Lille - Fenerbahce
Everton - Sporting Lisbon
Hertha Berlín - Benfica

16 Aralık 2009 Çarşamba

14 Aralık 2009 Pazartesi

Şuna bakın ya!




Öldüm resmen görünce...

5 Aralık 2009 Cumartesi

District 9




Son post'umun aylar öncesine dayanmasından anladığınız üzere yoğunluk epey var. Kendimi bildim bileli dizginleyemediğim yazma ihtiyacı da sözlükçe sömürülüyor. Film izlemez olmuşum. Dostumun tavsiyesiyle karşısına oturduğum District-9, burada tavsiye edebileceğim hoş bir uzaylı-insan muhabbetini konu alan, görsel olarak da her bilim kurgudan birazcık edinmiş bir film. Filmde şu var bu var, şunu sevmedim bunu sevmedim demeyi düşünmüyorum. Filmi tavsiye etmeme sebep olan artılardan bahsedeyim, yeterli.

Johannesburg şehrinin üzerinde birkaç yıl duran dev uzay gemisinden çıkan ve 9. bölge diye adlandırılan bir yere konulan uzaylıların insanlar tarafından dışlanışı ve onların tahliyesi süresince yaşanan olayların anlatıldığı filmde:

+Olayın psikolojik boyutu hoş. Uzaylılar zamanla insanlaşıyorlar ve davranışları bu paralelde şekilleniyor.

+Zaman zaman insanlara uyuz olacağınızı, insan-uzaylı çatışmasında belli bir tarafı tutacağınızı garanti ediyorum.

+Görsel efektler etkili, yerinde, vurdu-kırdı durumları abartılmamış. Zaten dediğim gibi olayın psikolojisi daha hoş.

+Bütün bu meselelerin içinde kendi çıkarlarına göre hareket edenleri gözlemleyip olaya birkaç açıdan baktığınızda daha çok etkilenmeniz mümkün. Hatta filmin oyunu yapılsa (ki yapılacağını okudum) herkesi ana karakter yapabileceğiniz, herkesi yönlendirebileceğiniz çılgın bir şey ortaya çıkma ihtimali yüksek.


Tavsiyem üzerine izlerseniz yorum beklerim, zaten izlemişseniz yine yorum beklerim, özledim ben yorum beklerim.

4 Ağustos 2009 Salı

Voodoo Girl'den Geowyns'e, Oradan da Bana...

Son postum da Beatles ile alakalıydı, ama şimdi yani bakın arkadaşlar, kendini bir grup üzerinden tanımla diyorsunuz. Yüksek Sadakat şarkılarıyla bağlanacak deeldik ya: Buyrun bakalım diyoruz :)

Male or female?
Boys

Describe yourself:
I am The Walrus

How do you feel:
I'm a Loser

Describe where you currently live:
Here, there, everywhere

If you could go anywhere, where would you go:
Nowhereland

Your favorite form of transportation:
Yellow Submarine

Your best friend is:
All the lonely people

What's the weather like:
Here comes the sun

Favorite time of day:
A Hard Day's Night

If your life was a TV show, what would it be called:
Magical Mystery Tour

What is life to you:
I'm Only Sleeping (Sineme katılmamak elde mi)

Your fear:
You say goodbye, i say hello.

What is the best advice you have to give:
Don't carry the world upon your shoulders

Thought for the Day:
No Reply (Eheh bişe bulamadım)

How I would like to die:
When I'm Sixty Four

My soul's present condition:
I need somebody to love

My motto:
Love is all you need...


İyi tatiller diyorum efendim :)

10 Haziran 2009 Çarşamba

Beatles'less İstanbul




İstanbul'a ani bir kararla çıkarma yapmak, meşhur pasajları gezip bir adet bile Beatles t-shirt'ü bulamamak, bulduğun tek tişörtün alabildiğince tırt olması ve almaktan vazgeçmek (daha kötü bir Abbey Road temsili olamazdı), fakat çok tatlı iki model duvar saati bulmak, ikisini de alıvermek (birisi sevdiğim bir Beatles kardeşime hediye), araştırmalara yarın devam edecek olmak...

Ek olarak: İstiklal'de yürürken V.Ö'nün dibimden geçmesi, benim telefonla konuşurken kendisini fark etmemem, yanımdakilerin adam arkadan atlayıp sarılma mesafesini geçtikten sonra bundan bahsetmeleri, pişman olmam ve bu post'u kendi tarzında yazmam...

Peki ya Eminönü'ndeki balık-ekmeğin aynı mükemmelliği koruyor olması?

28 Mayıs 2009 Perşembe

Seyfi Solukal

Böyle bir belediye başkanı adayı, böyle bir siyasi kişilik görülmedi... Tabi böyle yaratıcılık da...

http://www.greenpeace.org/turkey/campaigns/enerji/komur/solukal/follow-up

6 Mayıs 2009 Çarşamba

En Güzel 5 Türk Cover


Dedim 'Neden bu tip şeyler için mim beklenir ki?' Estikçe böyle listeler yapmak lazım dönüp baktığında değiştirmek falan. Athena'nın Tarlaya Ektim Soğan adlı şarkıya yaptığı cover'ı dinlerken aklıma geldi. İlk beşim nedir acaba diye düşündüm, ve sebepleriyle beraber listeliyorum:


1 Numara: Athena - Tarlaya Ektim Soğan


Sebebi aslında şarkıyı çok sevmem ile Athena'yı çok sevmemin birleşmesi olabilir. Ama sırf vokal yüzünden bir numara benim için. Gökhan'ın amigo stili vokaline bayılıyorum ve çok sevdiğim bu şarkıya mükemmel gitmiş...


2 Numara: Pentagram - Gündüz Gece


'Cover ne demektir?' sorusunun kesin cevabıdır bu şarkı. Aşık Veysel'in mükemmel sözlerini ve melodilerini rock müzik aletleriyle aralara harika sololar atarak yorumlamak anca Pentagram'ın işi olabilir. Saygıyla eğiliyorum. Lisedeki edebiyat hocam gibi (Aşık Veysel işlenirken onun şarkılarını edinip derste dinletmek istemişti bize, herkes getirsin demişti. Ben de mp3çalarımı hoparlörlere bağlayıp bu şarkıyı çalmıştım. Burun kıvıranlar çoğunluktaydı, ama edebiyat hocam hayran kalmıştı rock müzikle alakası olmayan bir insan olmasına rağmen...)


3 Numara: Dolapdere Big Gang - Englishman In Newyork


Bu şarkının olayı da 'güzel cover, orjinalinden daha iyi olan cover'dır' mottosunda yatar. Sting'den dinlediğiniz zaman şarkı uykunuzu getirebilir, ama Big Gang'in mükemmel tarzı, türk ezgileri ve hareketliliğiyle süper bir şarkıdır.


4 Numara: Duman - Her Şeyi Yak


Bu da aynı şekilde bir üstteki mottoya uygun olarak iyi bir cover olmayı hak eder. Kimse Sezen Aksu gibi söyleyemedi şarkıyı Duman yaptıktan sonra. Bambaşka bir hale sokup tarihe kazıdılar.

5 Numara: Kurban - Kara Toprak

Yine bir Aşık Veysel klasiğini abartmadan, uzatmadan, sade bir şekilde çalmışlar. Ortada mükemmel bir gitar solosu var Aşık ile Kurban arasında anadolu köprüsü kurmuş adeta. Vokaller harika, ritm müthiş. Bu da en iyilerimden.

Daha söyleyemediğim, listede olmasa da gönlümde yer eden bir çok şarkı var onları da önerebilirim tabi: Manga - Evdeki Ses, Athena - Senden Benden Bizden, Direc-t Kavur Balıkları, Kurban - Sarı Çizmeli Mehmet Ağa şeklinde gidiyor...

Yorum bırakacak olursan senin favorilerini de öğrenmek isterim...

Kırmızı Kart Çılgınlığı


Anıl'la beraber iddaa efendinin tek maça layık gördüğü maçlardan önce bir on liralık yatırım yaparız ki, taraf tutmak daha eğlenceli olsun, maça daha bir heyecanla bağlı kalalım...

Dün de Arsenal-Manchester maçından önce Arsenal'e çok güveniyordum. İddaa bayiine gittikten sonra monitörde gördüğüm maç için özel bahislerde daha farklı bir şey gözüme çarptı.

MAÇTA KIRMIZI KART:

Olmaz: 1.10
1 veya daha fazla: 3.4

Neden dedim gerilimli olmasın? Birisi birisine arkadan dalmasın, zamanında Lampard'ı sağlı sollu kuşatmış Adebayor ile Fabregas da ilk on birde. Bastım on lira geldik eve.

Maçta ilk sarı kart 65. dakikada çıktı. Herkes efendi efendi oyun oynuyor. Sert fauller nadiren olsa da hakemin kart çıkarmaya niyeti yok falan. 70'e doğru penaltı oldu, 'Aha!' diye fırladık ayağa. Kırmızı da çıkınca ev bayram yerine döndü.

Bu muhabbet çok hoşuma gitti. Keşke her hafta iddaa'da böyle çılgın bahisler açılsa...

21 Nisan 2009 Salı

Çizgi Film Deyince...

Eski postlarımın birisinde, maddelerken yine, bahsetmiş olduğum en güzel çizgi film tesadüfi bir şekilde karşıma çıktı. Yani youtube açıp 'duffy, road runner, tom&jerry' yazdığım ama bulamadığım bir çizgifilmdi.

Yine bahsettiğim gibi iki çeşit çizgifilme bayılıyordum. Birisi masada geçen. Diğeri de aşağıda izleyeceğiniz. Karşıma çıkışı da 30 dakikadan az olan bu tip çizgifilmler arasında en güzel 100 tanesi seçilmiş. Bahsettiğim 'Duck Amuck' adı altında çekilmiş olan, mithiş bir çizgifilm. Derecesi ikincilik! Yani bu da benim ve o gün o postu yazdığımda 'Aa evet ben de bayılırım hihi!' diyenlerin yanılmadığını gösteriyor. Uzatmadan izletelim efendim:



Link için: http://www.youtube.com/watch?v=WEihY6wSbwI&feature=related

O da olmadı video izlenebilen bir yerden 'Duck Amuck' yazıp aratınız.

18 Nisan 2009 Cumartesi

Biraz Ondan, Hımm, Biraz da Bundan...


Maddelemeyeli epey olmuş he? Biraz cep telefonuna not ettiklerim, biraz şu an aklıma gelenler, biraz da epeydir kafamı meşgul edenlerden küçük bir seçki hazırlayayım, okuyana sunayım. Özlemişim de hani:

-Bir filmin orjinal versiyonu hepimiz tarafından kabul gören halidir. Dublaj düşmanlığımız vardır hatta kimilerimizin. Ama ben kafamızda nasıl yer ettiğine göre değerlendiriyorum. Mesela bir Beetlejuice'u orjinal versiyonuyla sevemedim, bir bugs bunny, bir duffy duck'ı sevemedim. O sesleriyle mükemmeller benim kafamda.

-Şükrü Türer: Bugs Bunny'ye sesini veren hepimizin sabahlarına neşe katmış insanın adı.

-Köşe yazarları ile ilgili bir şey fark ettim. Sevmediğim adamların ne yazdığına mutlaka bakıyorum. Hürriyet gazetesini ele alalım. Misal, bir Ayşe Arman'ı kaçırmam. Bekir Coşkun bugün nasıl ajitasyon yapıyor, bakmadan geçmem. Hatta gazetenin ekinde yazan Cengiz Semercioğlu sevmediklerim arasında başı çeker, ama onun yazdığı Kelebek ekinde okuduğum tek köşe onunkisi...

-Müzik, futbol, güncel hayat, genel kültür ve sinema: Favorim Kanat Atkaya!

-Bir blogcunun eski postuna yorum yapıyorsam ve cevap gelmiyorsa anlayabiliyorum. Ama yedi sekiz post öncesini okuyup yorum yaptığımda cevap gelmemişse kızıyorum kendisine. Tabi ki kimsenin sana cevap verme zorunluluğu yok, ama sonuçta 'tebrik ediyorum güzel yazı' diyene ':)' diye cevap verebilen insanlar senin yorumunu cevaplamıyorlarsa üzülüyorsun. Ha, yazdıktan itibarenki iki üç günden sonra yorumlara tekrar bakmıyorsa, o ayrı. Ama kızdığım nokta da bu zaten. Çünkü bir süre okuyamadığın postlara yorum bıraktıktan sonra okunmaması üzücü oluyor. Yazmazsan da içinde kalıyor falan. Neyse...

-Futbol spikerleri eski kalitelerinde değiller. Orhan Ayhan'ın Radyo 1'de maç anlattığı zamanlar ertesi gün okul var diye dışarı çıkamadığım için radyo başına çöreklenir, öyle dinlerdim Galatasaray'ımı. İlkokul ile ortaokul arasında bir yerde işte. Bir Galatasaray - St. Gallen maçında şöyle demişti:

'Değerli izleyiciler, bu takımda yer alan 8 numaralı futbolcu bilmemkim, yaptığı birkaç hareket sonucunda bende bir izlenim uyandırdı paylaşmak isterim. Hani en normal tabirle 'kazma' diye nitelendiririz ya, öyle bir futbolcuya benziyor bu.

-Futbol spikerleri deyince bu da bence güzel bir tespit, bak. Maç esnasında pozisyonu hızlı anlatmaları gerektiğinden şut falan çekildiğinde ya da arapası olduğunda bunu engelleyen defans oyuncusunun ismi çoğunlukla söylenmez. 'Savunmaya çarptı, savunma uzaklaştırdı!' falan gibi tabirlerle geçiştirilirler. Bazı spikerler laf arasında 'Bu arada müdahaleyi yapan Ferdinand'dı' gibi anektodlar sıkıştırırlar. Bu yüzden forvet olmak gibisi yok. Düşünsene:

'Ortasaha paslaşmalarla geçildi, top şimdi İbrahim'de, ilerde koşu yapan IX'i gördü.' veya 'Top şimdi IX'te, harika hareketler ve gol!! Hemen hatırlatmakta fayda var. Babası da iyi topçuydu!' (Bu ikincisi tam yeni nesil spiker lafı oldu. Ercan Taner olacağdı, IX IX IX IX IX yok böyle bir gol diyeceğdi)

-İbrahim demişken, bu isme sahip olan ve ibo diye kısaltılmayan bir tanıdığınız var mı?

-Gözünün içi parlayan insanları seviyorum. Geçen gün bunlardan biriyle tanıştım.

-Daha çok madde var, ama yazarken sıkıldım. O derece. Şimdilik bu kadar diyelim o halde :)

(Bu geyik hoşuma gitmiyor ama yazarken 'Gamzedeyim deva bulamam' çalıyordu Barış Manço'dan)

16 Nisan 2009 Perşembe

DTCF Futbol Şöleni!


Turnuva değil, maç değil... Fakültemize Türk futbolunda yer etmiş adamlar, ustalar söyleşiye geliyor... Şimdiden soracağım soruları listeliyorum. Umarım futbol konuşulur, magazin arka planda kalır.

Kesin isim Rıdvan Dilmen... Bülent Uygun ve Aykut Kocaman'da gelecek diyorlar. Allahım!!

14 Nisan 2009 Salı

Appetite For Destruction


Ruhumun şu sıralarki gıdası... Baştan sona...

1. Welcome to the jungle
2. It's so easy
3. Nightrain
4. Out ta get me
5. Mr brownstone
6. Paradise city
7. My michelle
8. Think about you
9. Sweet child o mine
10. You re crazy
11. Anything goes
12. Rocket queen

12 Nisan 2009 Pazar

27 Mart 2009 Cuma

Bloga Bir Ara...

Hayatın iğrenç olduğunu düşünüyorum. Yazı falan yazasım da yok. Bir süre sonra görüşürüz. Emniyet kemeri takmayı hiçbir zaman ihmal etme... Kendine iyi bak...

17 Mart 2009 Salı

Bekle Beni...





Fahruş, annem, Cenap abi, babam, Adana'dakiler...

Tadına doyulmaz ev yemekleri, Künefe, fındık lahmacun, Atom, nokta, Aydınlar, Burty...

Gözde, bowling, Mersin sahili, Denize sıfır sabah kahvaltısı, Tömbeki-Mersin, Kokoş...

Mustafa Kemal Anadolu Lisesi sınırları içerisindeki adam gibi kalan birkaç hocam, lise tayfasıyla halısaha maçı, babamın amatör lig mücadelesi, pazar maçlarımız...



Bloga değil de, boğucu Ankara hayatına güzel bir ara veriyorum. Sonrasındaki sınavları ve güzel olma potansiyeli olan yeni hayatımı düşünmeyi bir kenara bırakarak...

14 Mart 2009 Cumartesi

Terk Etmek & Terk Edilmek

Ön not: Aşağıda sevişeceğim insanları listeleyip arasından seçim yapmanızı istemeyeceğim. Kırdığım fındıkları da anlatmayacağım.

---

Hani ilişkiler üzerine fazla yazmadığım, blog yollu göndermeler, ağlamalar, dalgalar, komediler yapmadığım bir gerçek. Ama dün geçen bir muhabbette ciddi anlamda kafama takılan bir durum var ve fikir sunsanız güzel olurdu benim için :)


Ortaokuldan beri arkadaşım olan Şeyma birkaç gündür Ankara'da ve 'Patates kızartıyorum.' deyince çıkıp geliverdi. Laf lafı açtı ve kaçınılmaz konu açıldı: İlişki...

Yaklaşık 10 aydır yalnız olduğumu, gayet memnun olduğumu, tek sıkımlık mermimin hedefin çok uzağına gittiğini falan bahsettim (tam şu an ilk cümleyi çürüttüm. sil kafandan). Çok kısa zaman içinde sevdiğim bir çift ayrıldı ve Şeyma da bu dertten mustarip. İki yıldan fazladır süren ilişkisini geçtiğimiz günlerde bitirdi.

Deniyor ki; çevrenizde ekol olmuş bir çiftseniz ayrıldığınızda ilişkiyi bitiren taraf daha çok sıkıntılı oluyor. Bu benim görüşüm. Ortada bir şeyler bitmiş, arkadaş olmaya çalışmanın nafile olduğu dönemler dahi atlatılmış ancak sürekli soruluyor 'Neden?' diye. Karşı tarafa sorulduğunda 'Bilmem o bitirdi hiçbişe yokken.' diyiverip kurtulabilir durumdan. Sense anlat olmayacak şeylerin ne olduğunu. Karşı şahsın şimdiki hayatından ve önceki hayatından örnekler vererek anlat. Bunu onca adama tekrarla falan. 'Farklıyız' desen kurtulamıyorsun, 'Sevgim bitmişti' diye atlasan ı-ıh. Mümkünsüz bir durum yani. Ortada aldatma olsa falan anca sıyırırsın.

Neyse, konuda bir mütabakata vardık derken bir başkası çıktı dedi ki, pek terk edildiği için günlerce ağlayanın, her şeyde terk edeni hatırlayanın 'Neden?' sorularıyla deşilen yarası ne oluyor?

Bu noktadan sonra sözü hakikaten okuyanlara bırakıyorum. Allahsızlar zaten msnden yorumluyorlar artık beni, ama olsun :)

8 Mart 2009 Pazar

Dünün Anlam ve Önemi


Keyifli bir sürpriz oldu. Düşünce ve organizasyon için Esma Burcu Sereli'ye teşekkürlerimi iletiyorum burdan. Berşan'a da bir kez daha doğduğu ve hayatımızda olduğu için teşekkür ediyorum...

7 Mart 2009 Cumartesi

Özel Gün

Bugün özel, bense aktivitesiz ve kayıtsızım. Bıkkınlık mı? Belki. Fırtına öncesi sessizlik mi? Olabilir...

Eskiyi Hatırlamak #8


Buradaki yerini alışı tahmin edersin ki bir bisiklet oluşu değil. BMX oluşu...

1 Mart 2009 Pazar

Faili Mechul Kıyak


Tanımadığın insanlara küçük mutluluklar vermek için ve onları da böyle bir şey yapmaya yöneltmek için mükemmel bir fikir bu faili mechul kıyak. Aklına gelebilecek herhangi bir iyiliği toplu kullanılan alanlarda yaptıktan sonra bu kartı bırakıyorsun. İyiliği yaptığın kişi de devam ederse ne ala! Bu müthiş fikrin yaratıcısının bizzat yazdığı yazıya yönleniniz, yapabileceğiniz iyilikler hakkında bilgi alınız...

http://www.fikiratolyesi.com/2009/02/27/faili-mechul-kiyak/

28 Şubat 2009 Cumartesi

Özgür O!

Uzun uzadıya yazılmış bir önceki postta yorum görmemem okunmadığı anlamına gelmez. Bu yüzden merak edenleri geç de olsa bilgilendirmiş olayım ben. Anneciğim beklendiği üzere özgürlüğüne kavuştu ve davası da ülkemizin hukuk sisteminin dolambaçlı yollarında gezinmek üzere ilk ertelemesini aldı.

Desteklerini bana iletenlere sonsuz teşekkür ediyorum. 'Selam' demeden 'annen' diyenlere çok teşekkür ediyorum. Çok sağlamsınız...

24 Şubat 2009 Salı

Boşuna Bir Tutsaklıktı Seninkisi

Oysa istediğim güzel bir tatildi... Anneanne yemekleri, anne kahvaltısı, arkadaş eğlenceleri...

'Oğlum sabah açarım sana kapıyı. Kahvaltıya anneannenlere geçeriz...'
'Peki anne...'

Yaşadığın yer bir garip ülke. İtler, kopuklar, keşler, tecavüzcüler, teröristler, hayvanlar sokakları mesken tutmuşken, 'Geç kapatmayın şurayı!' düsturuyla içeri dalıp ortağını araya alan, dakikalarca yerde tekmeleyen polisi çekiştirmek midir gecenin bir saatinde geçimi için orada bulunan, sabah oğluna kahvaltı hazırlamak üzere söz vermiş kadının suçu. Veya övündüğümüz modernlikteki adalet miydi 'Küçük bir sorun var, muhtemelen sabaha kadar karakoldayız. Merak etme, özür dilerim.' diye mesaj attıran.

Sabah olsun, öğlen olsun telefonlar kapalı. Bir ses daha, bu sefer hıçkırıkkar bastırılmaya çalışılıyor:

'Ne yapacağımı bilmiyorum. Sabaha kadar işkence ettiler. Mahkemeye çıkarttılar iki dakikalığına, tutuklandığımı söylediler. Nolur affet.'

...

Gergin saatler, bekleyişler... İlk görüş. Açık görüş oluyor şansımıza. Sarılabiliyoruz doyasıya. Ah şu ailenin ağlak kadınları, bi susun be iki dakika. Yarın çıkacak kadın nasıl olsa.

Şanslıymış bizimki. Çalışanlar koğuşuna verilmiş. Herkes iyi niyetli, kader mahkumları. Az ötedeki çingeneler koğuşundan kopan gürültü ve tarifsiz sıkıntılarından başka sorunları yok. Sağa sola da bakıyoruz, herkes birbiriyle kucaklaşıyor, ağlıyorlar, anlatıyorlar.

Kimisi genç yaşta istemediği bir cinayet yüzünden orada, kimisinin atmadığı imza başına bela olmuş, kimisi ilaç yazdırdığı için aylarını geçirmiş orada, kimisiyse 'Esrar bu kadının!' diyen şöför yüzünden birinci yılına gün sayıyor sonuçsuz mahkemelerden medet umarak.

Komiser efendinin ceketini çekiştirmiş de sarsılınca gözlüğü düşüp kırılmış. Bizimki de bu sebepten karşımda ağlamaklı gözlerle duruyor. 'Valla bişe yapmadım' diyor. 'Sabaha kadar neler neler yaptılar. Baksanıza şu morluklarıma.' diyor. Teselli ediyoruz. Eksiklerini, durumunu soruyoruz. Mutfakta işe girmiş, vakit geçsin diye. Aşçıbaşına yardım ediyorlar, yemeği dağıtıyorlar. Karşılığında belki torpilli bir tabak yemekle. Ha, canlarının sıkıntısı da geçecek.

'Burada bir poşet bişe çok değerli oğlum. Yatırdığınız para benim kredim oluyor. Haftada bir yapılan alışveriş listeme göre azalıyor o kredi. Bir hafta yetirmeyecek şeyler söylersem yeni alışveriş gününü sefil beklerim. Şimdi apar topar girince altımdaki pantolonu şu ilerdeki ablan verdi. Onun da birkaç günü var mahkemeye, ama boşuna gidip gelecekleri belli. Bak hemen çaprazımızda oturan da benim için çay parası verdi. Toplu alıyoruz.'

Sen içerde rahatına bakmaya çalış da, her insanın başına gelebilecek şeyler bunlar canım. İt, kopuk gezedursun sen içerde tıkılmış vaziyette dur olur mu? Böyle çalışıyor üsttekilerin kafaları. Yapacak bir şey yok.

Ayrılıyoruz... Msn, facebook, internet çağında mektuplaşma ile sıkıfıkı olduk yeniden.

Bir sonuç bekliyoruz, ara tahliye, komisere yalvarma, şikayetini geri çeksin diye önünde el pençe dur.

'Biraz sinirim geçsin. Bakarız.'

Peki efendim, hay hay. Okula dönmeme az kaldı. Ailede herkes bir garip. Kabullenememeler, dualar, bilmemneler. Ne kadar kayıtsızım ben? Oldu işte. İlk mahkemeye kadar bekleyecek. Başka çaremiz yok. Beyefendi affetmeye çalışırken davamız 'kamu' davası halini çoktan aldı. İkinci görüşte değerlendirilecek her şey.

...

Yine tarandık, ayakkabılar, kemerler, küpeler çıktı. Her şeye ötüyor meret. Bu sefer sağa döndük. Dar bir koridora girdik. Sol tarafında 9 adet kabin olan bir koridor. Kabinlerde birer sandalye, önünde çift cam, telefon ve camların arkasında muhatabın. İlk günkü gibi moralsiz değil, gözleri kan çanağına dönüşmemiş. Yeni ziyaretçilerle ağlaşma seansı oluyor elbet, ama kısa tabi. Bu sefer telefon kimdeyse o konuşabilir karşıdakiyle. Havamız daha bir yerinde sanki ailecek. Biz olayla ilgili esprilerimizi sıralarken 'parmaklıklar ardında, bayrampaşa' geyikleri çevirirken. Soğuk görevli yatıracak parası olan var mı diye daracık koridorda gezip milleti itiştirirken, annem içerde oynadığı satrançları, yaptığı yemekleri, tanık olduğu kriminal hikayeleri anlatırken ayağımın yere bastığını hissediyorum sanki:

'Allah aşkına biz neden burdayız?!!'

Tamam annem, sıkılıyorsun biliyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. İlk mahkemen önümüzdeki hafta. Çıkar çıkmaz Ankara'ya gelirsin beni ziyarete. Bu cuma yolcuyum ben. Hadi görüşürüz.

Sarılmasız, öpmesiz bir veda oldu o. Bu kadar özlediğimi anımsamıyorum. Aklımın başka şeyleri düşündüğüne tanık olmak bile üzüyor beni. Şimdi o mahkeme birkaç saat sonra gerçekleşecek. Bir sorun beklemiyoruz, 'suçlumuz' aramıza dönecek.

Yersiz yere içeride geçirdiği bir ayı kimse umursamayacak. İçerde hapishanenin işlerini yürüten kadınlara kimse az da olsa para vermeyecek, memleketimizin yılmaz savunucuları polisler sağolsun hiçbir suç kol gezmeyecek etrafta... Ezbere girdikleri sınavlardan çıkıp birkaç yıl sonra cakasını böyle satabilecekler insanlar.


Terör nerede kol geziyor şimdi?

Benim tek istediğim güzel bir tatil geçirmekti ya...

23 Şubat 2009 Pazartesi

The Oscar Goes To...


O anı bekledim. And the oscar goes to Heath Ledger dedi, gözler nemlendi. Birazdan uykuya dalarım.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Eduardo Da Silva!




'Kim bu adam?' diyorduk. Euro 2008 eleme gruplarında favori İngiltere'ye nal toplatan Hırvatistan'ın en önemli futbolcusuydu. Her maç golü, asisti, etkinliği vardı. Arsenal'e transfer oldu ve mercek altına aldığımız bir adam oldu. Brezilya asıllıydı, ama damalı forma ile harikalar yaratıyordu. Euro 2008'i heyecanla bekliyorsak, bir nebze bu adamı izlemek içindi.

Bundan tam bir yıl önce Birmingham ile yapılan bir maçta Arsenal ilk 11'indeydi. Maçı canlı izleyenler için de, görüntüler internette yasaklanmadan görebilenler için de, fotoğraf ile yetinebilenler için de görülebilmiş en feci olaylardan birisini yaşadı. Daha maçın ilk dakikalarında rakibi tarafından hayvanca bir müdahale ile futbol hayatı sona erdi.

Ayağı adeta kopmuştu. Parçalı açık kırık, bağların kopması ve doku zedelenmesi. Hangi adam dayanabilir ki böyle bir sakatlığa. Aylarca yere basamamak, sonrasında fizik tedavi, üstelik tam kendisini bulduğu dönemde oluyordu bütün bunlar.

Uzatmıyorum. Eduardo Alves Da Silva sakatlandığı günden tam 51 hafta sonra (bir yılı tamamlamadan) sahalara geri döndü. İlk 11'de başladığı Arsenal'in Cardiff karşısındaki 4-0'lık galibiyette ilk iki golü atan adam oldu.

Tekrar hoşgeldin Eduardo, sana tapıyorum futbol!

16 Şubat 2009 Pazartesi

Doğum Günü Bilgileri

Rastgele gezinirken rastladığım ve bayıldığım bir site. Doğum tarihini yazıyorsun, doğum günün ve yılınla ilgili enteresan bilgilerle karşılaşıyorsun. Birkaç örnek:


- 04 Aralık 1988
- Bir Pazar günü dünyaya geldin
- Sen doğalı 245 ay geçti
- Tahmini ana rahmine düşme tarihin 28 Şubat 1988
- Senin yaşına eşit bir balina 102 yaşında
- Koç, Aslan, Yay burçlarıyla uyumun çok iyi. Balık, İkizler, Başak burçlarıyla uyumun kötü.
- Yay burcunun ünlüleri;

Zeki Müren, Frank Sinatra, Sertab Erener, Ludwig van Beethoven, Mark Twain, Walt Disney, İbrahim Kutluay, Fatma Girik (Bunlar ilgimi çekenler tabi)

-
Sen doğduğunda cumhurbaşkanımız Kenan Evren idi.

Doğduğun gün Hürriyet gazetesi resmi:


-1987-1988 sezonunun şampiyon takımı Galatasaray, gol kralı Tanju Çolak (Galatasaray) 39 gol

-Doğduğun gün dünya madenciler günü.

-Ömer Hayyam'ın öldüğü, Tyra Banks'in doğduğu gün. Aynı gün mülkiye kurulmuş ve Led Zeppelin dağıldığını açıklamış.

Bu kadar okudun, kendi bilgilerini görmen için de link vereyim hadi:

http://www.hediyedenizi.com/DogumGunu/dogum_gunu.php

12 Şubat 2009 Perşembe

Görmeler Üçlemi




Bir gün içinde üç kişiyi gördüm. Üç farklı duyguyu yaşadım. Hemen paylaşalım, sanki 'Aaa bana da oluyor!' diyenler çıkacak gibi...:


1) Çocukken yediğimizin içtiğimizin beraber geçtiği, ama ortaokul zamanında başka şehre taşınmak gerçeğiyle karşı karşıya kalan bir arkadaşımı gördüm. Görme sayılmaz aslında. Sabah saatlerinde kapı çaldı, açtım ve karşımda gördüm. 6 yıl sonra ilk kez yüzyüze görüşüyoruz. Bütün bir günü beraber geçirdik ve tekrar onu ait olduğu şehre gönderdim trenle. Uzun zaman sonra, daha önce eskileri anarken adı geçen önemli kişilerle karşılaşıp bir de onlarla anmak kadar güzel bir şey yok sanırım.


2)Lisedeki sevgililerimden birini gördüm. Ara sıra facebook'ta kontrol ettiğim, gayet akıllı bir kızdır kendisi. Hani arama amacım eski bir ilişkiyi küllendirmek değil tabi, sadece bir şekilde görüşüyor olmaktı. Karşımdan geldi, yanımdan geçti, gözümün içine, kılığıma baktı, 'Yok canım Murat değildir herhalde bu?' dedi kendi kendine ve devam etti. Yaya geçidinin üzerinde olmasaydık, yeşil Michael Jackson'un gösterisi kırmızı odun adamın duruşundan çok çok daha kısa süreli olmasa selam verirdim, durur konuşurdum, evet biraz kilo aldım, saçlar da uzadı ama hayat iyi be Saboş, demeyi isterdim ama olmadı. Sadece o birkaç saniye kendimi lise-1 Murat olarak gördüm, o kadar...


3)Bir yıldan fazladır görmediğim normalde sürekli takıldığımız internet kafemizde çalışan, şimdi askerde olan bir arkadaşı gördüm. Aylar sonra izne gelmiş. Bunu niye yazdım dersen şöyle bir teorim var. Bazı insanları tamamen unutuyorsunuz. Hayatınızda olmaya olmaya acaba napıyor, nasıl falan gibi düşünmediğiniz için zihninizden çıkıyor o kişi. Görünce çok seviniyorsunuz, ama içinizde de bir itiraf: 'Böyle bir insan vardı değil mi lan?!'


Bir de yüzünü görmediğim bir insan var o üçlemime dahil değil. Sadece ismini gördüm ve inanılmaz bir nefret kabardı içimde. Hayatımda aşık olduğum tek insanın adı nasıl ki bende takıntı halindeyse, o isimde olan insanlara sempati duyuyorsam, bu insanın adına sahip olanlar da bana karşı 1-0 mağlup başlayacaktırlar, adım gibi eminim. Kızın adı Cansu, diğerini boşverin.

Saklıfest!!



Hangi güne gideceğimi tahmin etmesi zor değildir beni bilen sevgili arkadaşlarımın. Kurban diyür! Direc-t diyürrrrrrr!!!

Akşam oldu hüzünlendim ben yine :)

(Bilet fiyatları tek günlük 23, kombine 35 ytl)

6 Şubat 2009 Cuma

Tam Saha




Epey bir süre önce evde oyalanırken babamın maç notlarını, futbolcu gelişim kitaplarını kurcalarken yığınla dergi buldum. Dergi normalde herhangi bir yerde bulunamayan, çünkü satışta olmayan, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından basılmış bir futbol dergisi. Adı da bahsedildiği gibi Tam Saha. Sanırım antrenör ve hakemlik seminerlerine katılanlara dağıtılıyor.


Açıkçası çok başarılı bir dergi. Her ay çıkıyor, şu an 52. sayısı. İçerik olarak çok zengin. Süper Lig'de yıldızı parlayan oyuncularla, teknik adamlarla, gelecekte yıldız olmaya aday genç yeteneklerle, kaliteli yabancı oyuncularla, yabancı ülkelerde yetişmiş türk futbolcularla yapılan röportajlar bulunuyor. Bunun yanı sıra avrupa'da futbol adına yapılan yenilikler, uefa kriterleri, türk futboluna hizmet eden insanların türk futbolu ile ilgili makaleleri yer alıyor. Misal rahmetli Gündüz Hoca kendisine ait iki sayfada mükemmel yazılar yazıyordu.


Türk futbolunda olup biten her şeyi gözlemleyebildiğim güzel bir dergi kısacası. Her sayısını merakla beklesem de toplu şekilde elime geçtiği için bu dergi, hoş olmuyor.

1 Şubat 2009 Pazar

Yıllar Sonra...


Büyük sahada, 11'e 11, hakemli seyircili oynadığım son maçın üzerinden 3 yıldan fazla geçti. O zaman lise sondum ve Tarsus İdman Yurdu B-Genç kategorisinde kaptandım. 3-1 kazandığımız bir maçtı ve çok büyük olaylar olmuştu saha içinde... Hayatımda kavga etmedim diyemememin sebebiydi bu maç...
Üniversite / Futbol seçeneklerinden birincisini seçmemle beraber gelen hızlı kilo artışına rağmen eski tekniğimden izler taşıdığımı kendime şaşırarak görebiliyorum halısaha maçlarında. Bunun üzerine gelen babamın teklifi ise önce gülmeme, sonra da düşünmeme sebep oldu.
Çarşamba günü babamın yönettiği Reşadiyespor adlı bir amatör takımın genç kategorisinde grup maçına çıkıyorum. İçimde çok büyük bir heyecan var. İnşallah 9 numarayı sırtıma yıllar sonra bir kez daha geçirdikten sonra ulu orta gözyaşlarına boğulmam...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Ciğerci Apo


Gelir gelmez ufak çaplı bir felakete yol açtım midemde. Devamı gelecek :)



20 Ocak 2009 Salı

19 Ocak 2009 Pazartesi

Paul Öldü Mü?

Az önce dolaşırken rastladığım akılalmaz bir iddia. İddiaya göre Paul McCartney 1966 yılında trafik kazasında ölüyor, yerine ona benzeyen biri geçiriliyor. Birçok şarkıda sözlerle gönderme mevcut. Hatta bazılarında olay abartılıyor ve tersi dinlendiğinde 'Paul öldü, onu özlüyoruz..' şeklinde demeçler var.

Albüm kapakları da benzer gariplikte. Örneğin bir Abbey Road albüm kapağında herkes sol ayağını atarken Paul sağ ayağını atıyor. Üstelik ayakları çıplak ki bu da Beatles'ın içiçe olduğu Hint inanışına göre ölümü temsil eder.


Bu muhabbetleri daha sonra yazarım buraya. Ama tamamen araştırmam gerekiyor.

16 Ocak 2009 Cuma

Akbank


Bunlardan kaçını kovdular acaba... Kriz, mriz..

15 Ocak 2009 Perşembe

Besame Muchoooo!





Bizimkiler yaptı mı güzel olur. Bilirsiniz...

11 Ocak 2009 Pazar

Piercing


Maddeler arasında kaybolmasını istemediğim bir tespitim, daha doğrusu kıstasım var: Piercing ile alakalı. Şöyle ki;

Eğer bir hatun, yukarıdaki resimde görülen noktasına nokta piercing takıyorsa, ve bu piercing siz o kişinin dibine yaklaşana kadar size 'Acaba ben mi? Piercing mi?' diye sorduruyorsa, ı ıh, olmamıştır o piercing.

Eğer bir hatunun o noktasında ben varsa. Siz belli bir noktaya yaklaşana kadar bunu piercing sanıyorsanız o ben oraya gerçekten yakışıyordur.

Ek not: Eğer dudağının çok yakınına takıyorsa piercing'i, veya halka piercing takıyorsa bu kişi, ve bu takısı yine belli bir noktaya yaklaşana kadar dudak uçuğu yahut yara gibi görünüyorsa, I- IH :)

Maddelerle Tespit Reloaded


Uzun zaman olmuştu değil mi şöyle madde madde tespit, madde madde farkındalık yazmayalı he dost? Anneciğimin öğrenci evimizi şenlendirişiyle yaptığımız onda alışveriş, gezi, yemek yemeden sonra oturup cep telefonlarına kaydolanları yazmak boynumuzun borcu sanırım...

-Dün rüyamda Vedat Özdemiroğlu'nu gördüm...

-Enteresan bir fobim olduğunu keşfettim. Karşıdan karşıya geçerken önümden kamyonet geçiyorsa dişlerimi ve yumruğumu sıkıyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Bu gerginliğe sebep olan şey kamyonetin kenarındaki kancalar.

-Benzer bir fobi de tanıdığım en sıradışı insan olan birtanem Cansu'da mevcut. Vitrin mankenlerinden korkuyor.

-Yoldan hızla geçen ambulansı gördükten sonra içeride olup bitenler hakkında içinin içini yemesi...

-Alışveriş sevdiğim bir olay değil. Ama bugün zevk aldım. Çünkü tespit manyağı yaptı beni. Örneğin tavuk eti kesilirken bıçağın kemiğe denk geldiğinde çıkan sesi hatırlatasım geldi okuyucuya...

-Peki ya kıyma makinesi? Deliklerinden sarkan kıyma şeritleri rastalı saçı andırmıyor mu?

-Manava geçelim: Dereotunun lanetlenmiş olduğuna inanıyorum. Nasıl bir hata yaptıysa bir zamanlar dev gibi bir ağaçken şimdi el kadar bir bitkiye çevrilmiş gibi görünüyor. Bana verdiği izlenim o.

-Annemin gelişiyle canımın deliler gibi istediği kısırı istemem bir oldu. Bir de alışverişteyken bir kavanoz kornişon turşusu aldırdım zorla, zira onu da canım deliler gibi istiyordu. Akşam eve geldik. İyi ilişkiler içinde olduğumuz üst komşumuz sağolsun dev bir tabakta kısır ve yanında kornişon turşusu göndermiş. Gizli güçler beni seviyor galiba.

-Kuş gribi muhabbetleri dönerken ısrarla tavuk döner yiyenler?? Postun fotoğrafı sizle bana gelsin...

-Son maddem de futbol ve acetobalsamico ile alakalı. Blogumu takip edenler bilir. Sevgili dostum Anıl'la birçok ortak yönümüz vardır. Futbol da bunlardan birisi. Aramızda futbol tartışırken aceto'dan okuduğumuz bir bilgiyi verdiğimiz çok oluyor. Karşı tarafın bunu bildiğini de biliyoruz. Bu yüzden aceto'dan okuduğumuz her bilgiyi veya fikri söyledikten sonra 'diyor aceto' şeklinde bir ekleme yapıyoruz. Neşe veriyor o anlar...

Madem Anıl dedik, bu güzel yazıyı da onun güzel bir özdeyişiyle tamamlıyorum:

'Ulan başımıza ne geldiyse şu çirkin ama özgüvenli kızlardan geldi...'

9 Ocak 2009 Cuma

Mim Üzerine...

Son zamanlarda ev taşımadır, sınavlardır, bilmemnelerdir gibi bahanelerin arkasına sığınaraktan post yazmıyorum bildiğiniz üzere... İnternet üzerindeki genel tavrım da bu yönde ilerlemeye başladı neden bilmiyorum. Sadece okuyorum, yorum yazıyorum, cevaplıyorum. Ama pek sevgili blog sayfamı da yalnız bırakmak, iki üç kelime atıştırmak da içime sinmiyor. Bu yüzden inflack tarafından üzerime atılan mim topunun içeriği olan 'IX, blogu YtrumNOUA'nın nerelerini seviyor, nerelerini sevmiyor?' sorusunu aşağıda cevaplıyorum.

YtrumNOUA'yı seviyorum;

-Çünkü sağ tarafı mükemmel resimlerle dolu. Şener Şen, Kurban, Royal Flush, Bundy Ailesi, Kahvaltı sunan V... Tamamen sevdiğim şeylerle donatabildiğim için sağ tarafı seviyorum...

-Çünkü renkleri, banner'ı, tasarımı zevkime uygun, bir berşanist harikası...

-Çünkü google'da bir hastalıkla ilgili bilgi arayan insan buraya ulaşıp derdine çözüm bulabiliyor. Bunu bir defa yapmış olsam da faydalı olduğuna eminim. Bir ikincisi de gelecek tabi...

-Çünkü yorum insanlarım süper. Geyiği, futbolu, müziği paylaşabildiğim insanlar buldu beni...

Sevmediğim yanlar da yok değil, ama çok da önemli değil,

-Daha çok insana ulaşmalıyım.

-Daha sık yazmalıyım.

-Planladıklarımı cep telefonu yerine bloga aktarmalıyım...


Durum burdan ibaret... Madem mim denen topu şöyle göğsümle kontrol edip şık bir hareketle önüme aldım, klas bir şekilde 'Geowyns' adlı dostuma (beni hala okuyorsa) gönderiyorum ve konusu da şu:

'Bana faal futbol hayatı devam eden 11 tane altın adamdan oluşan bir kadro kur, ama dikkat et, aynı numarayı giyen futbolcular olmasın içinde...'

6 Ocak 2009 Salı

Annem...

Hayatımın en özel günü... Kutlu ve mutlu olsun doğum günün Filo'm!