Saydıralım

24 Şubat 2009 Salı

Boşuna Bir Tutsaklıktı Seninkisi

Oysa istediğim güzel bir tatildi... Anneanne yemekleri, anne kahvaltısı, arkadaş eğlenceleri...

'Oğlum sabah açarım sana kapıyı. Kahvaltıya anneannenlere geçeriz...'
'Peki anne...'

Yaşadığın yer bir garip ülke. İtler, kopuklar, keşler, tecavüzcüler, teröristler, hayvanlar sokakları mesken tutmuşken, 'Geç kapatmayın şurayı!' düsturuyla içeri dalıp ortağını araya alan, dakikalarca yerde tekmeleyen polisi çekiştirmek midir gecenin bir saatinde geçimi için orada bulunan, sabah oğluna kahvaltı hazırlamak üzere söz vermiş kadının suçu. Veya övündüğümüz modernlikteki adalet miydi 'Küçük bir sorun var, muhtemelen sabaha kadar karakoldayız. Merak etme, özür dilerim.' diye mesaj attıran.

Sabah olsun, öğlen olsun telefonlar kapalı. Bir ses daha, bu sefer hıçkırıkkar bastırılmaya çalışılıyor:

'Ne yapacağımı bilmiyorum. Sabaha kadar işkence ettiler. Mahkemeye çıkarttılar iki dakikalığına, tutuklandığımı söylediler. Nolur affet.'

...

Gergin saatler, bekleyişler... İlk görüş. Açık görüş oluyor şansımıza. Sarılabiliyoruz doyasıya. Ah şu ailenin ağlak kadınları, bi susun be iki dakika. Yarın çıkacak kadın nasıl olsa.

Şanslıymış bizimki. Çalışanlar koğuşuna verilmiş. Herkes iyi niyetli, kader mahkumları. Az ötedeki çingeneler koğuşundan kopan gürültü ve tarifsiz sıkıntılarından başka sorunları yok. Sağa sola da bakıyoruz, herkes birbiriyle kucaklaşıyor, ağlıyorlar, anlatıyorlar.

Kimisi genç yaşta istemediği bir cinayet yüzünden orada, kimisinin atmadığı imza başına bela olmuş, kimisi ilaç yazdırdığı için aylarını geçirmiş orada, kimisiyse 'Esrar bu kadının!' diyen şöför yüzünden birinci yılına gün sayıyor sonuçsuz mahkemelerden medet umarak.

Komiser efendinin ceketini çekiştirmiş de sarsılınca gözlüğü düşüp kırılmış. Bizimki de bu sebepten karşımda ağlamaklı gözlerle duruyor. 'Valla bişe yapmadım' diyor. 'Sabaha kadar neler neler yaptılar. Baksanıza şu morluklarıma.' diyor. Teselli ediyoruz. Eksiklerini, durumunu soruyoruz. Mutfakta işe girmiş, vakit geçsin diye. Aşçıbaşına yardım ediyorlar, yemeği dağıtıyorlar. Karşılığında belki torpilli bir tabak yemekle. Ha, canlarının sıkıntısı da geçecek.

'Burada bir poşet bişe çok değerli oğlum. Yatırdığınız para benim kredim oluyor. Haftada bir yapılan alışveriş listeme göre azalıyor o kredi. Bir hafta yetirmeyecek şeyler söylersem yeni alışveriş gününü sefil beklerim. Şimdi apar topar girince altımdaki pantolonu şu ilerdeki ablan verdi. Onun da birkaç günü var mahkemeye, ama boşuna gidip gelecekleri belli. Bak hemen çaprazımızda oturan da benim için çay parası verdi. Toplu alıyoruz.'

Sen içerde rahatına bakmaya çalış da, her insanın başına gelebilecek şeyler bunlar canım. İt, kopuk gezedursun sen içerde tıkılmış vaziyette dur olur mu? Böyle çalışıyor üsttekilerin kafaları. Yapacak bir şey yok.

Ayrılıyoruz... Msn, facebook, internet çağında mektuplaşma ile sıkıfıkı olduk yeniden.

Bir sonuç bekliyoruz, ara tahliye, komisere yalvarma, şikayetini geri çeksin diye önünde el pençe dur.

'Biraz sinirim geçsin. Bakarız.'

Peki efendim, hay hay. Okula dönmeme az kaldı. Ailede herkes bir garip. Kabullenememeler, dualar, bilmemneler. Ne kadar kayıtsızım ben? Oldu işte. İlk mahkemeye kadar bekleyecek. Başka çaremiz yok. Beyefendi affetmeye çalışırken davamız 'kamu' davası halini çoktan aldı. İkinci görüşte değerlendirilecek her şey.

...

Yine tarandık, ayakkabılar, kemerler, küpeler çıktı. Her şeye ötüyor meret. Bu sefer sağa döndük. Dar bir koridora girdik. Sol tarafında 9 adet kabin olan bir koridor. Kabinlerde birer sandalye, önünde çift cam, telefon ve camların arkasında muhatabın. İlk günkü gibi moralsiz değil, gözleri kan çanağına dönüşmemiş. Yeni ziyaretçilerle ağlaşma seansı oluyor elbet, ama kısa tabi. Bu sefer telefon kimdeyse o konuşabilir karşıdakiyle. Havamız daha bir yerinde sanki ailecek. Biz olayla ilgili esprilerimizi sıralarken 'parmaklıklar ardında, bayrampaşa' geyikleri çevirirken. Soğuk görevli yatıracak parası olan var mı diye daracık koridorda gezip milleti itiştirirken, annem içerde oynadığı satrançları, yaptığı yemekleri, tanık olduğu kriminal hikayeleri anlatırken ayağımın yere bastığını hissediyorum sanki:

'Allah aşkına biz neden burdayız?!!'

Tamam annem, sıkılıyorsun biliyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. İlk mahkemen önümüzdeki hafta. Çıkar çıkmaz Ankara'ya gelirsin beni ziyarete. Bu cuma yolcuyum ben. Hadi görüşürüz.

Sarılmasız, öpmesiz bir veda oldu o. Bu kadar özlediğimi anımsamıyorum. Aklımın başka şeyleri düşündüğüne tanık olmak bile üzüyor beni. Şimdi o mahkeme birkaç saat sonra gerçekleşecek. Bir sorun beklemiyoruz, 'suçlumuz' aramıza dönecek.

Yersiz yere içeride geçirdiği bir ayı kimse umursamayacak. İçerde hapishanenin işlerini yürüten kadınlara kimse az da olsa para vermeyecek, memleketimizin yılmaz savunucuları polisler sağolsun hiçbir suç kol gezmeyecek etrafta... Ezbere girdikleri sınavlardan çıkıp birkaç yıl sonra cakasını böyle satabilecekler insanlar.


Terör nerede kol geziyor şimdi?

Benim tek istediğim güzel bir tatil geçirmekti ya...

2 yorum:

Esma Burcu Sereli dedi ki...

Yeni okuyorum yazını...Bu ülke böyle işte..!!Çok geçmiş olsun!!Başka da ne diyeceğimi bilmiyorum, yine de size kavuşmasına sevindim annenin..Haksızlığa ise çok üzüldüm..Çok gerilerde kalsın bu yaşanan şey, bir daha böyle bir şey yaşanmasın..Bu ülke de bazı şeyler değişsin artık umutlarımla!!

ix dedi ki...

Teşekkürler Esmacım...