Saydıralım

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Bowling ve Photoplay günü...

Bugün ablamla Mersin Forum'a gittik. Aylar sonra ilk kez bowling oynadım. Ablamla en son Nisan 2007'de oynadığımız düşünülünce müthiş bir mücadele olacağına kesin gözüyle bakıyordum.

Bilenler biliyor. O XI'dir ben IX. O tikkylerin şahıdır, ben alternatifim. O insan değildir ben insanımdır :) Neyse işte. Ortak nokta minimum ve bu uğurda kapışıyoruz.



Oyun başladı ve ilk atışlarda bana diş geçirdi. İlk üç hakkımdan ikisinde tek bir labut indirememeyi eğilerek yaptığım 'özel atışı' kalçamdaki dikişler sebebiyle yapamamaya bağladıysam da ilk strike benden geldi. Allahsız XI boş durmadı ve o da yaptı. Acımasız davrandım ve spare yaptım. Ama bir türlü öne geçemedim. Maç da 95-81 ablamın lehine sonuçlandı.


İkinci maça ikimiz de hızlı başlayıp 55-55 sonrası yaptığım strike ile 'Roll House'ta az sürtmedik oğlüüüm. Verrim eline çok geçmeden!' diyen terbiyesizin suratı bin karış oluyordu. Ama haklarımız birer birer erirken yan lane'in sahipleri her strike'ında ablamı alkışlayınca psikolojim iyice çöktü. Son sırasındaki üç atış hakkının ikisinde spare, üçüncüde strike yapan hanımefendi (ki bundan önceki iki sırasında da strike yapmıştı) salondan 130-80 galip ayrıldı. Geneldeki 2-0'lık skor da bowlingde biraz daha gelişmemin gerekliliğinin habercisiydi.




Başımı önüme eğmiş, dudaklarımı büzmüş yürürken gözüme Photoplay makinesi çarptı. Onurumu kurtarmak için bundan iyi çözüm olamazdı. Kardeşinin genel kültürü ile başa çıkamayacağını anlayan sevgili ablam bir arada olup başkalarına karşı Quiz Show oynamayı teklif etti. Spor, 70'ler, Müzik, Tarih derken iyi oyun çıkarttık. Ama koskoca güne damgasını vuran, değil 2-0, 10-0 bile yenilsem aylarca ablamla dalga geçebileceğim bir gaf yaşandı. Aşağıya yazıyorum:

Tarih bölümünden seçilen 8000'lik soru şöyleydi:

ABD'de halk oyu ile başa gelmeyen başkan hangisidir?

a) Fidel Castro
b) Bill Clinton
c) Ronal Reagan
d) Hatırlamadığım bir şık



Ben hangisiydi diye düşünürken kararlı bir şekilde parmağını dokunmatik ekrana dokunduran sevgili XI, a şıkkını işaretledi. Ortamı terk ettim.

Zafer Bayramı

Bugün 30 Ağustos'muş... Bu bayram hepsinden farklı olarak en çok önemsediğim, haftalar öncesinden parasını biriktirdiğim bayram'dı. Heyecanla koşuşturur, sitenin kum sahasının ortasını dev bir ateşe verir etrafında turlar atar'dık.

Torpiller, kız kovalayanlar, tapa silahları, füzeler, altıpatlarlar, hatta çıtpıt adı verilen küçük, duvara sürtünde patlamaya başlayan şeyler ve daha nicesi...

Polisten kaçmak... Arkadaşlarla otururken birden bire bir torpili yakıp ortaya bırakmak... Abartıp milletin eline tutuşturmak... Plastik şişe, tuz ruhu ve metallerle patlayıcı yapmak... Farkında olmadan bomba yapmak yani...

Neler değişmiş ki ben eski heyecanı duyamıyorum. 'Bugün 30 Ağustos muydu? Hadi ya?' diyebiliyorum. Enteresan ya!

Geçmiş Olsun Kaptan




Emektar kalbi bir maçı daha kaldıramamış ve sahanın ortasına yığılıvermiş. Köln taraftarını, hocası Daum'u, kader arkadaşı Mondragon'u gözyaşları içinde bırakmış. Neyse ki olay bir kalp krizi değil ve kendisi hala hayatta. Yıllardır kötü bir orta gördüğümüzde andığımız, sol kanada yapılan transferlerde kulağını çınlattığımız ama sevdiğimiz birinden bu şekilde haber alınca gerçekten ne yapacağımı bilemedim.

29 Ağustos 2008 Cuma

20 Dakikalık Yol, Kafadan Geçenler...

Bu kez istikamet Mersin. Uykusuzu treni beklerken bitirirsen kenarda akan elektrik direkleri, tarlalar ve evlere dalarak düşünürsün, aklına da bunlar gelir:

-Gazete okurken ortasını kafa atarak ayırmak güzel bir olay.

-Şampiyonlar ligi ile UEFA Kupası arasında dağlar kadar fark var. Bu farkın adı 'Champions League Theme' diye geçen o müthiş şarkı ve şaşmayan bir saat olarak 21.45'tir.

-Antibiyotik kullanımım sebebiyle yaklaşık bir aydır bir yudum dahi alkol almadım. Üzülüyorum ya.

-Tavla mı? Satranç mı? Tabi ki tavla. Elime su dökenine az rastladım, aşırı ballıyımdır. Bir de internetten satranç oynamayın derim. Anial mahlasıyla bana yorumlar yazan arkadaşım bir yanda 'hardest' modunda bilgisayara karşı oynarken diğer yandan gerçek bir oyuncuyla oynardı. Rakibinin hamlelerini bilgisayara uygulardı. Bilgisayarın hamlelerini de karşısındakine yapıp oyun oynadığı herkesi kısa sürede mat ederdi. Sen sen ol, satrancı yüzyüze oyna. Tavlada da karşıma çıkma.

-İnsan neden mail forwardlar ki?

-Aceleci Ytrum, salaklığın sınırlarını zorlayan Ytrum'dur. Evden aceleyle çıkmam gerekirken televizyon kumandasıyla klimayı kapatmaya çalıştım. Kapanmayınca delirdim. Gidip şalterini kapattım. Kumandanın yanlış olduğu trende aklıma geldi.

-Ersin Karabulut'un bu hafta dile getirdiği üzere araba sürmeyi öğrenmek yanında çığlık çığlığa bir baba varken zor iş. Bir defa denedim, deneyiş o deneyiş...

-Mersin defteri bizim kızlar için kapanıyor galiba. Bu blogu günlüğüm haline getirmemek için susuyorum ama bu benim için çok karmaşık bir olay.

-Sinem beni ihmal ediyorsun. Yorum yazmıyorsun. Olmüyür.

-Sitemimi de ettim kapanış müziğiyle başbaşasın sevgili okur:

'Die meister
die bestern
les grandes equipes
the champions...'

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Kurban


Bütün şarkılarını ezbere bildiğim tek gruptur. Her üyesi ayrı bir ilahtır, yetenek dehasıdır benim için. Daha lisedeyken çok büyük fanatiği olduğum zaman 'Ulan üniversiteye büyük bir şehire gideyim, en büyük emelim Kurban'ı canlı kanlı sahnede izlemek.' diyordum. Benim ÖSS'ye girdiğim sene olan 2006'da dağılma kararı aldılar. Yıkıldım haliyle.


Büyük şehire geldiğim ilk sene tekrar birleştiler. 27 Ocak 2007 veya bu tarihe yakın bir tarihte Ankara'da vereceklerdi konseri. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi. En ön sıraya kadar ilerleyip delicesine eşlik etmiştim. Ama tadı da damağımda kalmıştı. Bir daha gelmelilerdi.


Ve geliyorlar. 17 Ekim 2008 ise gelecekleri tarih. Bu sefer 18 yaş sınırı olan, son gittiğimde Bulutsuzluk Özlemi konserine yaşım yüzünden alınmadığım Saklıkent'e geliyorlar. Yine efsanevi bir gün olacak.


'Yoluna çıksam da, sararıp solsam da, ilacım sen olsan da GELME!..'

26 Ağustos 2008 Salı

Milan Baros



Forvet mi istiyorduk??? Alalım bize forvet...

24 Ağustos 2008 Pazar

Çılbır Ye Çıldır (Yemek Tarifi)

Gördüğüm en enteresan yemeklerden birisi. Ellerimle yaptığım zamansa bambaşka bulduğum bir olaydır çılbır. Dilim döndüğünce anlatayım tarifini:

Çılbır:


Malzemeler:


-3 adet yumurta

-Yoğurt

-Kimyon

-Karabiber

-Kırmızı biber

-Tuz

-Tereyağı


Görüldüğü gibi yemeğin malzemeleri fazlasıyla basit. Hemen hemen her dolapta bulunan şeylerle yapılıyor. Ama annem bu yemeği bana öğretirken gözlerim faltaşı gibi açılmıştı yapımı esnasında.


Bir tencerenin yarısını su ile doldurdup suyu kaynattıktan sonra içine bir adet yumurtayı direkt olarak kır. 'Oha. Suyun içine yumurta mı kırılır?!' deme. Yumurta suya düşer düşmez beyazı sarısını kaplayıp katı hale geliyor. Birkaç dakika içinde bu işlem olana kadar suyun yüzeyindeki köpüğü bir kaşıkla alıp atıyorsun.


Diğer yandan bir tabağın yüzeyine yoğurt döküp iyice yayıyorsun. Az önce kırdığın yumurtayı sudan alıp bu tabağa koyuyorsun. Sonra diğer yumurtaları da aynı işleme tabi tutuyorsun. Tereyağını eritip yumurtaların üzerinde gezdiriyorsun daha sonra hoşlandığın oranda tuz ve baharatları ekliyorsun. Afiyet, bal, şeker olsun.

Fark Ediyorum


Televizyon, hayat, insanlar, ilişkiler maddeleyesim geldi:



-Herhangi bir ortamda gördüğüm güzel bir kız sigarasını yaktığı ana kadar güzeldir. Sonra iğrenç oluyor.


-Türkülerde 'bülbül' kavramı çok vurgulanıyor. Bir noktadan sonra rahatsız edici.


-Bugün NTV'de gördüm. Sürekli bahsedilen 'telli turna' adlı kuştan 15 adet kalmış. Acı.


-Yapmadığım bir şeyi yaptığım düşünülünce açıklama yapamıyorum. Geveliyorum ve olaylar daha beter hale geliyor.


-Bu madde çok önemli: Türkçeye çevrilmiş kelimelerin sonundaki 'ks' harflerini Türkçe bir cümle içinde 'x' olarak yazmak (en sık görülen örnek seks yerine sex yazmaktır) yeryüzündeki en sinirimi bozan harekettir. 'Choq küsell yha!' desen bile daha çok antipatik görünmezsin. Garanti vermiyorum yine de.


-Yukarıdakine benzer olarak: 'Konsantrem bozuldu.' , 'Adamın konsantresi dağıldı.' gibi cümleler de ters. Konsantrasyon o ya!


-Playlistimi çok sevdim. Blogda daha çok vakit geçirmemi sağlıyor.


-Enteresan blog isimleri ve fikirleri gördüğümde kıskanıyorum.


-Yağmur yağdığında elektriklerin kesildiği bir ülkede yaşamak...


-Süper lig başladı. Hell yeah!


-Bugün Komser Şekspir'i izledim. Eğer hala izlememişsen hata etmişsin. Her izleyişte iki gözüm iki çeşme, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum...


-Neden bizim de eloğlu gibi 5 tane ismimiz yok? Ha?!


-Eh tamam bu kadarlık yeter...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Kaliteli Reklam... Lütfen?

Günlerdir televizyon izleyiciliği konusunda çok net bir gelişme katettim. On numara izleyiciyim diyebilirim. Yattığım yerden o program senin, bu dizi benim; o maç senin şu müsabaka benim sürekli izliyorum. Bu esnada da birçok reklam geliyor gözümün önüne ve böyle bir postu yazmakta karar kılıyorum.

Televizyon piyasasının reklamlar sayesinde ayakta durduğunun farkındayım. Kanalların birbirleri ile mücadele edişinin temel sebebi reklam yayınlayabilmek. Onlar için reklam demek para demek. Bu bilinen bir olay. Ancak ne zeka, ne mantık, ne güzellik ne de kalite içeren reklamlarla tüketicinin karşısına çıkmak ne kadar faydalı bilmiyorum. Paranı güzel güzel bastırıp reklamını en çok izlenen kuşakta yayınlayabiliyorsun, eyvallah, ama biraz düzgün reklamlar çekip, çektirip koy bari önümüze. Yüzbaşı badem ne lan?!

Reklamını beğenmediğim ürünü almıyorum arkadaş bundan sonra! Açık ve net!

Sevgili okuyucu, al şu internet sitesini de takip et, haklı mücadelemde bana destek ol...

http://www.hepimizegeldiler.com/

Erkekler 200 Metre Finali

Yazıya lüzum yok böyle bir resmin altında... Yeni fenomenimiz hayırlı olsun...

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Blogspor

Hızlı yazmaktan mütevellit birinin adresini yazarken 'Blogspot' yerine 'Blogspor' yazdığım çok oluyor. Kursak mı böyle bir klüp ?

17 Ağustos 2008 Pazar

Süper Kupa Cimbom'un!

Maçla ilgili yazı yazılacak olsa herhalde çoğu insan iki yazı yazmayı tercih ederdi. İlk yarı ile ilgili bir yazı, ikinci yarı ile ilgili ikinci bir yazı yazılması uygundu. Ama ben sadece Hasan Şaş'tan bahsederek sahadaki Galatasaray'ı size anlatabilirim.

İlk dakikalarda bir kupa maçında oynadığının farkında değildi Hasan. Ayağına gelen topları başarısız ikili mücadelelerde kaybediyor, uzun ve kısa pas seçimlerinde hata yapıyordu. Hakemle sürekli diyalog halindeydi. İlk yarı da bu şekilde düzgün bir pozisyon dahi elde edemeden son buldu.

İkinci yarıya hırslı başladı Hasan. Kanattaki arkadaşlarıyla olumlu paslaşmalara girdi, rakiplerine fiziksel üstünlük şansı tanımadı. Arkadaşlarını pozisyona soktu. Gol attırdı. Oynaması gerektiği gibi, kalitesine yakıştığı şekilde oynadı ve 2-0'lık skordan sonra yerini genç arkadaşına bıraktı onu yanağından öperek. Abi kardeş ilişkisini de yansıttı yani.

Kayserispor ise ilk yarıda etkili bir savunma ile oynuyordu. Özellikle birebir savunmada rakiplerine adım attırmadılar, dolayısıyla kalelerinde pozisyon görmediler. İkinci yarı ise prese dayanamadılar ve golü yediler. İkinci gol ise futbolda defans oyuncularının başına gelmesi en kötü durum olan 'dalgınlık' yüzünden geldi. Hoş, aynı türden bir golü kendileri de buldular ancak çok geç olmuştu ve maç sona erdi.

Girer girmez attığı gol ve asisti ile sevindirmesi bir yana, sol çizgide iki kişiyi müthiş süratiyle geçerken ekran karşısında çekirdeğin bulunduğu kase ile kabuğunu attığım kaseyi karıştırmama sebep olmasıyla da geceye damgasını vurmuş olan Harry Kewell'ı izlemek güzeldi. Yine aynı şekilde yıllardır bilgisayar karşısında menajerlik yapan biz CM severler için de Julius Aghahowa'yı dünya gözüyle görmek de heyecanlıydı.
Darısı diğer keyifli maçlara...

Unutma...


16 Ağustos 2008 Cumartesi

100 Metre Erkekler Finali

Hani her organizasyonda heyecanla beklenen özel anlar olur ya. Bu yarış da tüm dünya tarafından merakla beklenen en önemli yarıştı. Günlerce bekliyorsun, on saniyeden kısa sürüyor, sonra yine günlerce dilinde. Öyle bir yarış.



Birçok dalda rekorların havada uçuştuğu Pekin 2008'de bu gece Usain Bolt'tan başka hiçbir şey parlamadı. Adam son on metrede sağına soluna bakarak, tribüne şovlar yaparak finişe ulaştı. Üstelik kendisine ait Dünya Rekoru'nu kırarak. Dereceler tamamen şöyle:


1 Usain Bolt Jamaika,9.69 (dünya rekoru)
2 Richard Thompson , Trinidad/Tobago, 9.89
3 Walter Dix, ABD, 9.91
4 Churandy Martina, Hollanda Antilleri, 9.93
5 Asafa Powell, Jamaika, 9.95
6 Michael Frater, Jamaika, 9.97
7 Marc Burns, Tinidad/Tbago, 10.01
8 Darvis Patton, ABD, 10.03

Bu arada hatırlatmakta fayda var. Böyle başarılar ve rekorlar arttıkça Olimpiyat Barajı yükseliyor. Bu da bu tip yarışlara zaten gidemeyen Türk atletler için daha büyük zorluk demek tabi...

Özkan Uğur


Çok sevdiğim müzisyenlerin başında gelir kendisi. MFÖ'nün en etkili harfidir. Tek özelliği de bu değil tabi. Birçok dizi, film ve reklamda gördüğümüz müthiş bir oyun yeteneğine sahip. Süper bir basçı, bir o kadar güzel sese sahip deli insan.


Delilik şaheser yaratmakta önemli bir husustur. Bunu da hemen sağ taraftaki playlist'te yer alan 'Sude' adlı şarkıyı dinleyerek görebilirsin. Akıl sınırlarını zorlayan nitelikte bir güzelliktir o şarkı.
Ben susayım eserleri, dahil oluşuyla şenlendirdiği olgular konuşsun: 'İkinci Bahar, G.O.R.A, Sude, Yeter Anne, Eşkiya, Murrun, Güllerin İçinden, Arçelik'in Robotu, Sıpa-Babazula, Ele Güne Karşı ...'

Anket 2 - Kombine


Bu sene futbola daha çok zaman ayıracağım malum. Geçtiğimiz sezon dökülen Ankara takımlarını bu sene düzenli takip etmek istiyorum.

Kombine almak istememin temel sebebi şu aslında: Bu sene 19 Mayıs Stadı'nın çimleri suni çim olacak. Bu da sahaları normal çim olan tüm Ankara dışı takımlar için zorlu deplasman demektir. Bu statta güzel maçlar olacaktır eski rezil zeminden kurtulduktan sonra (Her ne kadar şimdiki de tartışılsa da). Yeni transferleri ses getiren bir Ankara takımı yok ama başka stada çıkan Ankara B.Ş.B'yi eliyorum. Esasen iyi bir takım olsa da tribünde ve saha dışında yaşayabileceğiniz rahatsızlık verici olayları göz önüne alıp Ankaragücü'nü de eliyorum.

Geriye geçen sene berbat olan Gençler ve iyi bir performans sergileyen Oftaş, yeni adıyla Hacettepe kalıyor. Yardım et bana okur. Selamsız'ın altında, arşivin üstünde. Hadi bakalım.

Yağmur

Mersin'e gelişimle beraber sezonun ilk yağmurunu tatmam bir oldu. Şu an saat 03.00 ve dışarıda deliler gibi yağmur var. Gök gürültüsü kulak patlatan cinsten. Şimdi Hilton taraflarından başlayıp sahil boyu ıslanmak vardı ama gel gör ki yatağa mahkumuz...

Elvan Abeylegesse



Aslanlar gibi bir yarış çıkarttı. Son saniyelerde isterik olarak titredim resmen. Şaşırtmadı ve başardı. Aferin kız!

15 Ağustos 2008 Cuma

Yemek Tarifi

Bugün yaptığım müthiş makarna ile beraber kendimle gurur duydum, ve bazı tariflerimi seninle paylaşmaya karar verdim sevgili okur, yorumur...


Domates Soslu Cevizli Makarna


Malzemeler:

-Bir paket makarna (tercihen penne)

-4 adet domates

-Bir kalıp margarinin çeyreği

-Bir tatlı kasığı domates salçası (renk adına)

-Kaşar peyniri

-Çekilmiş veya ince ince parçalanmış ceviz içi-Tuz-Karabiber

Yapılış:

Bir paket makarna kaynatılıp süzülürken bir tencerede (burası çok önemli, sosu tavada degil de makarnanın pişeceği tencerede yapmalısınız) çeyrek margarin eritilir. Daha sonra rendelenmiş olan domatesler kızgın yağın içine atılarak tuz, karabiber ve salça ekleyerek karıştırılır. Koyu kırmızı renk alan karışım baloncuklar sayesinde kıvama geldiğini belli ederken, süzülen makarnadan bir avuç alınıp karışıma eklenir. Sos, makarnaya iyice yedirildikten sonra süzgeçteki makarna yarıya ininceye kadar aynı şekilde avuç avuç tencereye atılıp iyice karıştırılır. Daha sonra süzgeçte kalan tüm makarna tencereye boşaltılıp karıştırılır. Burada amaç makarnanın sosu iyice yemesidir. Yemek kıvamına kavuşunca ocak kapatılır. Tencerenin kapağını da kapatıp kaşarı rendelemeye geçilir.
Kaşarın rendelendiği süre içinde makarna tam kendini bulmuştur. Kocaman bir tabağa doldurulup üzerine bol miktarda kaşar ve ceviz serpilir. Kolayla da servis edildiği zaman tadına doyum olmaz. Afiyet olsun.


12 Ağustos 2008 Salı

DTCF


Özledim seni... Garip mi?

Blok...

Yattığım yerden plaj-voleybolu turnuvası finali izliyorum. Mücadele gırla... İkililerden biri güzel bir organizasyonla karşı tarafa smaçlıyor topu. Rakip zıplıyor, spikerin çığlığı... 'Blok out!!'

Sonra ben düşünüyorum. Hayat her şeye benzediği gibi voleybola da benziyor. Lan bir düşünsene, mükemmel bir çaba göstermişsin. Etkili olmaya çalışmışsın oyunda/hayatta (hayat bir oyundur diyene de selam ederim...), şartlar seni zorlamış, kendinle mücadelen yetmiyormuş gibi karşına insanları da almışsın...

Pat! Bu saatten sonra olacaklar senin tekniğine mi kaldı sanarsın ki? Şans işte. Belki içeri düşer... Belki dışarı sapar... Belki son anda takım arkadaşın yetişir. Sürünerek çıkartır topu. Ne de olsa onun da menfaati vardır bu işte... Belki bu son şansındır, maç sayısıdır. Belki maç yeni başlamıştır. Belki geriye düşeceksindir, seriye bağlayacaklardır. Belki sen art arda sayı kazanacaksındır. Belki sizin mücadelenizi yöneten hata yapacaktır. Yuhalanmak ağlatacak belki seni, belki alkışla coşacaksın. Yüzlerce kişi izlerken birini önemseyeceksin belki, belki hiç birini...

Tahta zemindesindir, kumdasındır. İkişerlisindir, altışarlısındır...

Sorsan şimdi 'Muratçım her voleybol maçında bloksuz bir an geçmemekte midir?' diye ne cevap veririm. Basit, ama kabullenmesi zor.

Ben çevremde basit bir maç geçiren insanlar görmedim. Ben mücadelenin olmadığı bir hayata tanık olmadım. Bence sırf bu yüzden voleybol, blok'suz çok manasız...

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Ben geldim!!

Özlemiş misin, unutmuşmusun bilemem ama ben buraları seviyorum. Artık internette 10 dakikadan fazla işim olmuyor. MSN'de takıldığım zamanlar dışında yaptığım tek iş okumak ve yazmak oluyor. Uzun uzun anlatmayacağım, hayatımda ilk defa bu kadar uzun süre yatağa mahkum kaldım, başımdan geçenler oldu; geçmesini istediklerim oldu. Gördüklerim, geçirdiklerim. Bıyır:

-4 saatliğine belimden aşağısı tutmadı. Matah bir şey olmamakla beraber çok acı. Bir ayağınla annen, diğeriyle anneannen oynuyor ve 'Ehauhe hissetmiyorsun şimdi öyle mi?' diyorlarsa da durum değişmiyor.

-Bir yumurta büyüklüğündeki alnınan parçam yattığım odada sergilendi. Annem ilk gördüğünde suratını çok garip bir şekle soktu. 'Ana yüreği, kaldıramıyor.' diye içimden geçiriyordum, kadın kusmaya gitti...

-Hastane ile ilgili son madde bu. Gözlem odası denen yerde benimle birlikte yatan bir yaşlı teyze ve bir de küçük çocuk vardı. Çocuk liseye yeni geçmiş. Genel anesteziye maruz kalan bir tek o vardı. Çocuk ayıldıktan sonra narkozun etkisi geçmemişti. Annemler ve etraftakiler bunu fırsat bilerek çocuğa onlarca soru sordular. Cevaplarına kahkahalarla güldüler. Çocuğun aşk hayatından geleceğe dair hedeflerine kadar her boku öğrendiler. Bence narkozun etkisinden tamamen kurtulmadan hasta herhangi bir insanla diyaloğa sokulmamalı. Bu bir hastanın ciddi ciddi hakkı olmalıdır. İnsan bir nevi 'veritaserum' (araştır, öğren) etkisinde çünkü ameliyat sonrası ilk saatlerde.

-Meyve suyu oldum!

-Günün olimpiyat özetleri çok sıkıcı: 'Evet sevgili olimpiyat severler. Ülkemiz bugün yarıştığı 4 dalda, bilmemkim bilmemkim ve bilmemkim ile başarısız oldu.'

-Olimpiyat deyince: Michael Phelps. Saygılar abi...

-Bir Galatasaraylı olarak FB TV'den büyük zevk alırım. Ama MTK masalı baydı beah...

-Haydi Amerika, sen de katıl da 3. dünya savaşı çıksın. SALAKLAR...

-Evden kaçtım. İnternet kafeden yazıyorum :)

-Rahat uyumadıysam kabus görüyorum.

-10 dakika süren ve anestezi uzmanı ile evrim teorisini tartıştığım bir konuşma yapacak kadar rahat ve acısız olduğum ameliyattan sonra iki günde bir pansuman oluyorum. Her biri yirmi dakika sürüyor ve ömrümden ömür gidiyor.

-Gördüğüm kabuslardan birinde Çağlar bana Amerika'dan PSP getirmiyordu!

-Müzik dinlemek istiyorum! :(

-Daha çok şey vardı ama, tıkandım. Öpüldün :)

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Sağlık Arası...



Daha önce bahsettiğim ameliyatımdan dolayı bir süreler yok olabilirim. Belki de sürünerek gelir bir şeyler karalarım. Dostlarım, beni bırakın siz devam edin...

Fark Ediyorum...

Gözüme çok şey batmaya başladı şu sıralar:


-Bire bir Ayı Yogi taklidi yapabilmek güzel şey.

-Lig TV'nin yeni şarkısı iğrenç. Disco Partizani'nin Türkçe sözlüsü.

-Emin olduğuma inandığım bir şey var. Tom&Jerry'de en çok sevilen bölümlerin başında yemek masasının üzerinde geçenler geliyor. Looney Tunes çizgi filmlerinde de çizerle inatlaşıp gagasını kuyruğunu kaybeden kahramanlarımızın olduğu bölümler seviliyor. Bunu okurken 'Aaa evet!' dediysen büyüksün...

-Ormanlar hala yanıyor. Neyse ki keneler de yandı!

-IV, V, VI bölümlerini izlediğim Star Wars'un kalan üç bölümünü, ilk iki filmini izlediğim The Godfather'ın son bölümünü izlememekte diretiyorum. Harry Potter'ı çıktığı gün bitirince düştüğüm iğrnç boşluğa düşmek istemediğimden olabilir.

-En sevdiğim grupların da üzerinde olan Beatles'ın sadece ilk 7 albümünü tam olarak ve ezbere biliyorum. Diğer albümleri de 7'şerli gruplara ayırarak ve keşfederek dinlemeyi ve hayatımın ilerki bölümlerine yaymayı düşünüyorum. Yukardaki madde ile alakalı olabilir.

-Uykusuz okurken sevdiklerimi en sona bırakmak istesem de başlıyorum ulan Otisten! Faik'i de deniz kestanesine benzetiyorum.
-Hani Scoobyler, Yogiler ve Gerçek Kötülerin yarıştığı bir çizgi film vardı ya (Laff a lympics), onun istatistiklerine rastladım. Scoobylerin 15, Yogilerin 8, Gerçek Kötülerin 3 galibiyet aldığını gördüm. Ekşi'de çoğunluğun söylediğine göre Gerçek Kötüler ilk yarışlarını İstanbul'da kazanıyor. Enteresan detaylar bunlar. Hemen herkes gibi Yogileri tutardım.
-Işın Karaca 'Elif' adlı dizinin jenerik müziği yaptıkları Esmeray klasiğinin (Unutma beni) içine etmiş. Bu kadını Zerrin Özer'e benziyor diye çıkardılar adam ettiler. Zerrin Özer kim ola ki ?!

-Ntv bir adet spor kanalı çıkararak gözümdeki değerini onlarca kat arttırdı. Bu akşam MTK - FENERBAHÇE maçını naklen verecekler. Avrupa takımlarının hazırlık maçları, nefis belgeseller, ABD Basketbol Milli Takımının hazırlık maçlarını komple yayınladılar. Olimpiyatlar da kesintisiz yayınlanacaktır. Galatasaray - Eskişehirspor maçından başka bir şey yayınlamayan Süpersport gibi kanallardan sonra ilaç olmadı mı dersin?

-Gerçek kötülerde bir tavşan vardı. Yarışlardan sonra kameraya bir harekette bulunurdu. Onu yapıyorum sana :)

Slap Bet



Pek sevdiğim bir dostumla girdiğim iddia sonucu kendisine atılacak bir tokat borcum var. Zevkle ödeyeceğim tabii... Teşekkürler Barney&Marshall ikilisi...

5 Ağustos 2008 Salı

Hikaye insanı olmak...

Bir arkadaşın blogunda dönmüştü böyle bir muhabbet. Bunun üzerine daha önceden kendimi tanımladığım bir yazıyı bana özel tek sayfada yazma ihtiyacı hissettim. Vakt-i zamanında şöyle tanımlamışım hikaye insanı olmayı:

Çocukluğunu serilere boğularak geçirmemiş de olsa bu alana, bu konuya ilgi duymaktır.

Ben mi? Tam anlamıyla hikaye insanıyım. Gelişine yaşadığım ve beklentim olmayan şu hayatta gerçek ve gerçekdışılıkla müthiş bir bağ kurabilme yetisi sağlayan önemli bir olgudur hikaye benim için. Anlatmayı ayrı seviyorum, dinlemeyi ayrı seviyorum, okuması bambaşka.

Bazen beyaz perdeye veya cama yansıyor öyle de haz alıyorum ondan. Bazen tarihi geçiyor. Efsane olarak değişiyor. Küçükken soba başında pişmesini beklerken kestanelerimizi büyüklerimiz anlatırdı. Her büyüğümüz ayrı anlatırdı. Her birinin beğendiğim detayını seçer, ben de öyle anlatırım. Belki de büyümüş olmak istememin en önemli sebebi buydu. Evet, etrafımda daire oluşturmuş çocuklara hikayeler, efsaneler anlatmak veya benim gibi bir hikaye, efsane ilgilisinin dikkatini üzerime toplamak. Hikaye bittikten sonra mantıksal çıkarımlar, günümüz olaylarına göndermeler yapmak en büyük zevklerimden bir başkası. Şahmeran'ın akibeti nasıl oldu, kırk değişik sonuçtan kendi felsefeme en yatkınını seçip anlatmamın sebebi de bu yüzdendir ya.

Hikaye bir gelenektir. Evet bu tip lafları da severim. Geçmişten bu güne köprülerdir gelenekler. O zaman geçmişten bugüne olan köprünün ağırlık merkezindeki gerçeklik ve gerçekdışılık arasındaki nokta mıdır hikaye? Bilemiyorum öyledir belki.

Çikolatadan ev olmaz, yılanlar öç almak için vakit kollamaz, uzun saçlı her kız rapunzel kadar güzel değildir, kralın kıyafeti belki de gerçekten görünmez ipektendir ve her hikaye her zaman mutlu bitmeyebilir.

Ama bir şeyi biliyorum: Hikaye, gerçekten de gerçektir.

3 Ağustos 2008 Pazar

Burger KING vs. Mc Donald's

Popo, göbek, yağ gibi kavramlarla içli dışlı olmama sebep iki popüler fast food markası. Aralarındaki bariz üstünlükler yüzünden birini seçmek mümkün olmasa da Burger King'in bir adım önde olduğunu söylemek istiyorum. Sebepler:

-Burger King'in menüleri daha doyurucu.
-Burger King'in hamburgerleri efsanedir. Bir Triple Whopper, Bir Big King XXL olaydır.
-Sos konusunda da fark atar Burger King. Bir sarımsaklı mayonez vardır ki hele parmağını batırıp ısır.

Tek bir eksiği vardır o da Pepsi ile çalışması. Sırf bu yüzden en büyük fantezim bir alışveriş merkezinde Burger King'den menü aldıktan sonra Mc Donald's'a uğrayıp bir jumbo boy Coca Cola istemekti ki geçtiğimiz günlerde Mersin Forum'da yaptım böyle bir güzellik kendime.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Eskiyi Hatırlamak #4



Dün Peynirli Cheetos yerken fark ettim. Sürekli elime gelen ve beni rahatsız eden naylon içindeki taso benzeri şeyi aldım ve çöpe attım. Sonra da kendi kendime üzüldüm. Ulan bu çocukluğumuzda uğruna kavga ettiğimiz, ortaklıklar kurduğumuz, paralar biriktirdiğimiz şeydi. Bir çırpıda çöpe atıveriyorum şimdi. 'Acaba şimdi bayıldığım ama ilerde rahatsızlık veriyor diye çöpe atacağım şey ne?'' diye merak ediyorum doğrusu.

Kanon...


Son günlerde Age of Empires oynamak, son ikinin ağır külfetlere maruz kaldığı batak seansları ve halı saha mücadelelerinden başka bir numaramız yok... İnternet kafeden kahveye, oradan halı sahaya geçerken aklıma bir olay geldi ve bizimkilerle uyguladım. Müthiş eğleniyor ve gülmekten yerlere yatıyoruz. Evet, kanondan bahsediyorum.


Bir kişi herhangi bir şarkıya başlıyor. Ardından beş saniye sonra bir diğeri şarkıya giriş yapıyor, beş saniye sonra üçüncü kişi ve beş saniye sonra dördüncü... Bu esnada sesler birbirine karıştığından, ritm duygusu sıfır olan 4 hayvan bir arada olduğundan müthiş anlar yaşanıyor. Türkü de deniyoruz, marş da. Yabancı müzik de, yerli de... Şimdiye kadar bir şarkıyı tamamlayamadık, uğraşıyoruz. Sen de dene :)

1 Ağustos 2008 Cuma

Steaua Bükreş

Korktuğum olmadı ve Liverpool düzeyinde bir takım gelmedi. Tam bize göre bir takım. Şöyle desem yeterli galiba:

'Bu takımı eleyemeyeceksek zaten o gruplarda yer almamızın bir alemi yok. Elersek de orada başımızın çaresine bakarız...'

Başarmak...

Başarmak ile ilgili yazasım geldi. Küçüklü veya büyüklü her ne olursa bir şey başarmak insanı gerçekten mutlu eden bir olay. Zaten birilerini desteklememiz, bir takımı tutmamız da 'başaran' kimsenin 'başarısından' nasiplenmemizin bizi mutlu edişinden kaynaklanıyordur diye düşünmüşümdür.

Benim de başarılarım oldu kendi çapımda ama bu daha fazlasını istememem için sebep değil... İrili ufaklı başarılarım devam etsin istiyorum ve listeliyorum:

-Parmağı ağza sokarak ıslık çalabilmek.
-Rövaşata ile gol atabilmek.
-Bir Dünya Kupası finali izlemek.
-Uçları çengelli toka ile saçımı toplayabilmek (yardım almadan)
-Bir defa girip başarılı olduğum YDS'de tüm soruları cevaplamak.
-Sahnede bir müzik aleti çalmak.
-Bir bilgisayara format atabilmek.
-Kendi kendimi şaşırtabileceğim bir edebi eser yaratmak (Şiir olur, kitap olur, tekerleme bile olur).
-Üzerinde çalıştığım dine -inanç felsefesi diyelim- en az bir kişiyi inandırmak.
-Zıpkınla balık avlamak.
-Bir dersin hem vizesinden hem finalinden 100 almak (Shakespeare olsun bizim olsun)
-Amatör olarak da olsa Curling oynamak.
-Herhangi bir şekilde Rekorlar Kitabına girmek.


Uzar gider... Zaman zaman yanına + işareti konur, zaman zaman yenisi eklenir. Zaman zaman bu tip meseleler tarafımdan başarı olarak görülmez ve listeden silinir. Söyleyelim de...